Bu topraklardan Curt Kosswig geçti…

 İzlerini, fauna bilgilerini toparlamak için baştan başa gezdiği Anadolu’nun her karışında, yurdun dört bir yanına dağılmış binlerce hekimde, eczacıda, öğretmende, Türkiye üniversitelerinde biyoloji bölümlerini kuran, geliştiren onlarca öğretim üyesinde, adını verdiği çok sayıda canlı türünde, İÜ Zooloji ve Hidrobiyoloji Enstitüleri’nde, Manyas Kuş Cenneti’nde, Birecik kelaynak popülasyonunda ve daha birçok şeyde bırakarak… Bilimsel ve insani olarak ters düştüğü Naziler’den kaçarak geldiği bu toprakları, uzun yıllar sonunda ülkesine dönse de, gerçekte hiç terk etmedi. Tutkun olduğu doğanın sonsuzluğuna, çok sevdiği bu topraklarda, çok sevdiği Boğaz’ın kıyısında karışmakta…

Nalân Mahsereci
Ekim ayı sonları. Yazdan kalma bir gün. Pastırma sıcakları denilenlerden. Öğle saatlerinden beri akvaryumlarla uğraşan adam, sonunda doğruluyor. Uzun boyuyla dikiliyor, Kanlıca sırtlarının karşısına. 40’lı yaşlarında olduğu anlaşılıyor, yüzünden. Gömleğinin sıvalı kollarını indirirken, Boğaz’ın güneş dinlenmeye başladığında eflatun-gümüşi renk alan sularına bakıyor bir yandan. Hiç kıpırtısız, kırışıksız, dümdüz bir ayna gibi parlayan sulara... Bir anda görüntüye, kanatlarını her çırptıklarında suya değiriverecekmiş gibi uçan, birbirlerinin peşine hizalı bir sürü kuş giriyor. Sürü Rumelihisarı tarafına doğru hızla ilerlerken, bir anda dönerek, karşı kıyıya, Kanlıca’ya yöneliyor.

Baltalimanı kıyısından, yelkovan kuşlarını izlemekte olan adama yaklaşıyor, gençten biri. Adam gözlerini sürüden ayırmasa da, fark ediyor yeni geleni: "Beni rahatsız eden bir düşünce var, Muzaffer. Sabahın erken saatinden akşamın geç vaktine dek, sürekli bir aşağı, bir yukarı uçan şu Puffinus sürülerinin nerelerde dinlendikleri ve kuluçkaya yattıkları. Bu da bir doktora tezi olabilir. Ama sanıyorum, Akdeniz ve Karadeniz sularının birbirine karıştığı Boğaziçi’nin ve Adalar’in litoral faunasını (denizin kıyıya yakın bölümünün hayvan örtüsünü) çalışman, hem senin için, hem de enstitümüz için daha faydalı olacak" (1).

İstanbullular’ın gün içinde rahatlıkla rastlayabilecekleri olağan bir görüntüde doktora konusu bulan ve buradan genç asistanına önereceği tez konusunu çıkaran bu adam, Nazi Almanyası’ndan kaçarak ülkemize gelmiş zooloji profesörü Curt Kosswig’dir. Şaşkınlıkla karışık bir hoşnutluk duygusuyla kavrıyorum ki, 49 yıl önce tam da bu satırların yazıldığı vakitlerde olmuştur, Muzaffer Demir’in aktardığı konuşma. 1946’da, Ekim ayı sonlarında. Ama belki daha ciddi bir örtüşme, aynı yılların İstanbul’unda, denizi ve canlılarını seyre dalarak, kendi üretim alanı için esin alan iki kafa adamının daha varlığı. Orhan Veli, ilk basımı 1949’da yapılacak Karşı adlı kitabında yer alan Gün Olur şiirini belki de 1946’da yazmıştır, kim bilir: "Gün olur, alır başımı giderim / Denizden yeni çıkmış ağların kokusunda / Şu ada senin, bu ada  benim, / Yelkovan kuşlarının peşi sıra..." Ve Sait Faik, aynı yıllarda Burgazada kıyılarında oturarak, ince ince gözlediği "mavi denizin altındaki" ve üstündeki canlıları, öykülerinin baş köşesinde ağırlamakta.

İşte Türk edebiyatının şair ve öykücü iki devinin yaşadığı bu yılların bir başka İstanbullu’sudur Curt Kosswig ve en az onlar kadar derin bir ilgi ve sevecenlikle izlemektedir, kent yaşamını insanlarla paylaşan "İstanbullu" diğer canlıları.

"Çocukluğum balıklardı..."
Curt Kosswig, 30 Ekim 1903’de Berlin’de doğar. Yukarıdaki takvimsel örtüşmeyi devam ettirirsek, aşağı yukarı onun 102. doğum yıldönümünde yazılmaktadır bu yazı. Aralarında epeyce yaş farkının olduğu, çok sevgili ablası Erna’nın göz kulak olmalarıyla büyür. Kosswig o yılları şöyle anımsar:

 "Çocukluğum balıklardı. Günlerce akvaryumda en karmaşık türleri üretiyordum. Minik sazangiller ve daha birçok balık..." (2).

Neredeyse her hafta sonu küçük Curt, annesinin eline sıkıştırdığı para ve bir sandviçle Berlin Akvaryumu’na yollanır. Kendi akvaryumuna alamayacağı kadar pahalı balıkların, renk ve biçim cümbüşü içinde kendinden geçerek, saatlerce oyalanır. Ama en uzun süreyi, pek rağbet görmeyen bir akvaryumun karşısında geçirir:

"Orada, on binlerce yıl önce mağara yaşamına geçen somonlar vardı. Zamanla gözlerini kaybetmişler ve kör olmuşlardı. Büyülenmiş gibiydim" (2).

Curt, bu büyülenmişliğin etkisinden hiç kurtulamaz. Gün gelip zooloji uzmanı olduğunda çalıştığı ana alanlardan biri, balık genetiğidir.

Zoologluğa adım adım
1922 yılında, Schöneberg Hohenzollernschule’den olgunluk sınavıyla mezun olur. Ardından Berlin Üniversitesi’nde felsefe, doğa bilimleri ve özellikle zoolojiyle genetik ağırlıklı bir eğitim alır. Çocukluktan beri süren merakına, balık yetiştirmeye devam etmekte ve evcil hayvanlarda renk kalıtımıyla ilgilenmektedir. Genetik alanında yaptığı doktorasını 1927’de tamamlar. Ardından Münster’de zooloji asistanı olur.

O yıllarda Almanya’da milliyetçilik yükseliştedir. 1. Dünya Savaşı sonrasında Almanya’nın imzalamak zorunda kaldığı, son derece ağır koşulları olan Versay Antlaşması’nın haksız hükümler içerdiğine ve yeniden gözden geçirilmesi gerektiğine inanmaktadır pek çok Alman. Kosswig de üniversite eğitiminin ilk yıllarında, Silahlı Talebeler ve Alman Milli Gençlik Birliği’ne üye olmuştur.

Doğa tutkusu içinde gelişen aşk
Bir gün Curt’un üniversitedeki odasının kapısı çalınır. Kapıyı açtığında gördüğü, belki de onu kör somon balıkları akvaryumundan çok daha fazla büyüleyen ilk ve son şeydir: Ürkek bakışlı bir genç kız. Bu öğrenciyi gördüğü daha ilk anda, ne pahasına olursa olsun onunla evlenmeyi kafasına koymuştur. Ama bütün çabalarına karşın, yarım dönem boyunca hakkında öğrenebildiği tek şey adı olur: Leonore Beschorner. Bir de Leonore’nin tam bir doğa tutkunu olduğu...

Bir süre sonra Leonore, ücra bataklık gezilerine Curt’un eşlik etmesine izin verir. "Bataklığın ufkunda alabildiğine kızkuşları, sarıasmalar ve yağmur kuşları..." (2). Ve çekingen Leonore ile onu, ulaşılması mümkünsüzü düşler gibi izleyen Curt...

Çıktıkları yürüyüşlerde, doğaya duydukları ortak ilgi içinde, birbirlerine duydukları da yoğunlaşır giderek. Bu arada Leonore üniversitesini değiştirmek istemektedir, ama tutucu babasından izin çıkmaz. Bu işe en çok sevinen Curt olur tabii. Daha fazla beklemek istemez, Bolcholt Fidanlığı’na gezintiye çıktıkları bir gün, Leonore’ye evlenme teklif eder. Teklifi kabul edilir, ama Curt’un Leonore’yi ilk gördüğünde düşüncelerinden geçen "pahayı" ödemesi gerekecektir, Leonore için düello yapmış ve sağ elini kullanamayacak biçimde yaralamıştır. 1928’de nişanlanır, 2 yıl sonra evlenirler.

Aynı yıl Curt Kosswig, Münster Üniversitesi Felsefe ve Doğa Bilimleri Fakültesi Zooloji Enstitüsü’nde doçent olur. Haziran 1931’de dünyaya gelen oğullarına, babasının adını koyarlar: Curt. Çiftin 1935 ve 1937’de iki oğulları daha olacaktır, Klaus ve Christian.

Naziler yükselişte, Kosswigler tedirgin
1933, Curt Kosswig için tedirgin yıllara başlangıçtır. Braunschwig Teknik Yüksek Okulu Genel Biyoloji ve Zooloji Dalı’na profesör olarak atanır. "Bu göreve talip olmam belki düşüncesizceydi. Orada Alman milliyetçileriyle Naziler’in koalisyonu vardı" (2).

Hitler’in Alman vatandaşlığını alıp seçilebilmesini sağlayan Dietrich Klagges, Kültür Bakanlığı’nda hüküm sürmektedir. Klagges’in öncelikli niyetlerinden biri, "biyoloji"yi okul müfredatında zorunlu ders haline getirmektir.

Naziler’in biyolojiye ilgileri, Kosswig’i Braunschwig’de itibar gören bir adam yapar. Parti makamlarından, biyoloji konulu konferanslar vermesi talep edilir. Hatta, bölgesinin SS Eğitim Sorumlusu yapılır. Curt, yükselişi karşısında diplomatik bir ihtiyatlılık göstermek gerekliliği hissetmektedir. Açık açık "ırksal safsatalarınızı onaylamıyorum" (2) diyememekte; Nasyonal Sosyalist Parti’ye üye olması yönündeki baskıları, "Naziler iktidarı ele geçirdikten sonra telaşla partiye üye olanlar kafilesine katılma eğilimi olmadığı" (2) savunusuyla göğüslemeye çalışmaktadır. Milliyetçi bir geçmişi olduğunu anımsatmakta, Silahlı Talebeler ve Alman Milli Gençlik Birliği üyeliğini, bu geçmişin kanıtları olarak göstermektedir.

Gelen gün, geçeni aratır; baskılar artmaktadır. Kosswigler’in Münster’den yakın aile dostları, Botanik Enstitüsü profesörü Alfred Heilbronn, Yahudi olması gerekçesiyle, görevinden uzaklaştırılır. Kosswigler, Heilbronnlar’la görüştüklerinde, yaşadıkları "ağır depresyona" tanık olurlar. Heilbronn belki son bir umut olarak, karısı Magda ile, patoloji profesörü Philip Schwartz’ın "Almanya’yı terk etmek zorunda kalan bilim insanlarına yeniden çalışma olanağı sağlamak için" Zürih’de kurduğu Dayanışma Birliği’ne başvurmayı düşünmektedir.

Yahudi olan ve olmayan üniversite öğretim üyelerinin görevlerinden alındıkları, tartaklandıkları, tutuklandıkları ve hatta kimisinin intihar ettiği yönündeki haberlere her geçen gün daha çok rastlanır.

Kosswig’in üzerinde sallanan Nazi kılıcı
Curt Kosswig, bu ortamda SS Eğitmenliği görevine devam etmek istemez. İstifası, Nazi yetkililerin dikkatlerini üzerine odaklayacaktır. Nürnberg’deki Parti Kongresi, ırksal kanunları ilan ettiğinde, Kosswig dürüst bir bilim adamı olarak daha fazla suskun kalamaz. Bu kanunların "O zamanın tartışılmaz esası olan Mendel’in kalıtım yasalarına göre bir gerileme olduğunu" (2) vurgular. Çok geçmeden ifade vermeye davet edilecektir. Soruşturma sırasında, bir Yahudi, bir yarım Yahudi ve etkin bir Katolik’le ilişkisine dikkat çekildiğinde, politik nedenlerden eski arkadaşlarından vazgeçemeyeceğini açıklar. Peki, bazı derslerine "Heil Hitler!" demeden başlamasına ne diyecektir? Sonuç, bizzat Kültür Bakanı Klagges tarafından verilen ağır bir ihtardır. Curt’un başında, Naziler’in Demokles kılıcı sallanmaktadır artık. Kendini bir toplama kampında bulmasının an meselesi olduğunu sezinlemektedir.

Bu sıralarda ilkokula başlama yaşı gelen oğul Curt, okulun ilk gününde, Hitler Gençliği’nden çocuklar tarafından yok yere tartaklanır. Leonore okul yönetimine şikayette bulunur. Ama anne-baba olarak oğullarına öğüdü, "Onların anne-babalarının arkası güçlü, elimizden bir şey gelmez. Sakın bulaşmayın" (2) olacaktır. Küçük Curt, bir örnek üniforma tarzı giyimleriyle son derece "çekici" bulduğu Hitler Gençliği’nin, bu öğütten sonra ne karşılarına dikilir, ne de yanlarına sokulur.

Tedirginlik hali, bütün aile için süreklileşmiştir. Leonore, Curt’a sessiz bir sabırla destek olur. Bir akşam evde cebinden bir tüp düşürür Curt. Kimseye çaktırmamaya çalışarak, alır yerden. Leonore dehşet içinde anlamıştır: "Cebinde zehir taşıyordu. SS’in eline diri geçmek istemiyordu! Ağzımdan çıt çıkmadı…" (2).

Bir fırsat: İÜ Zooloji Enstitüsü’nde boşalan kadro
Kosswig, 1937’de, yapımı henüz tamamlanan Braunschweig Doğa Tarihi Müzesi’ne müdür olarak atanır. Tam bu sıralarda İstanbul’dan bir haber gelir: İstanbul Üniversitesi Zooloji Enstitüsü’nde bir kadro boşalmıştır. Haber, eski dost Alfred Heilbronn’dandır.

Kamusal yaşamın her alanında devrimler gerçekleştiren genç Türkiye hükümeti, Darülfünun’u çağdaş eğitim veren bir yapı haline getirmek üzere reform hazırlığı içindeyken, Almanya’dan bilim insanlarının kaçmak zorunda kalışıyla ortaya çıkan büyük fırsatı değerlendirmiş ve Schwartz’ın Dayanışma Birliği aracılığıyla, pek çok bilimdalı kürsüsünün temelini atacak yabancı bilim insanını Türkiye’ye getirtmiştir. Heilbronn da bunlardan biridir. 1933 İstanbul Üniversitesi reformu çerçevesinde İstanbul’a gelerek, Farmakobotanik ve Genetik Enstitüsü’nün başına geçmiştir. Zooloji Enstitüsü’nün başında da İsviçreli Prof. Andre Naville bulunmaktadır. Ama işte, Naville’in kısa bir süre sonra tifoya yakalanarak talihsizce ölümünün ardından boşalan kadroya, Heilbronn ve botanikçi Prof. Leo Brauner, Curt Kosswig’i önermektedir.

Bu haber Kosswigler’i çok sevindirir. Curt bir an önce yola çıkacak, Leonore ve oğlanlar ardından gelecektir. Ama bir sorun vardır: para. Heilbronn bu konuyu da düşünmüştür. Mektubunda, "Eğer paraya gereksinimin olursa, Viyana’daki banka hesabımdan bu mektupla çekebilirsin" demektedir (3).

Kosswig, Heilbronn’un mektubu cebinde, Viyana trenine biner. Bankadan parayı çektikten sonra, Sofya’ya kadar gidecek ilk uçaktan bilet alır. Şimdi ilk hedef, Berlin’deki Türk Konsolosluğu’dur. Kötü rastlantıya bakın ki, o gün Mussolini’nin Adolf Hitler’i ziyaret ettiği gündür. Tüm Berlin kordon altındadır. Üstelik Kosswig, yanlışlıkla vize verme yetkisi olmayan Elçiliğe gitmiştir. Türk Konsolosluğu kentin diğer ucundadır. Bulgar Konsolosluğu’ndan da transit geçiş vizesi almak gereklidir. İyi bir yol planıyla, metroyu kullanarak konsolosluklara ulaşan Kosswig, sıkıntılı bir koşturmacının ardından vizeleri alır ve havaalanına yollanır. Hâlâ bir terslik çıkabileceği endişesinde içindedir. Havaalanındaki SS memuruna pasaportunu uzatırken, yüreği ağzındadır. Memur kayıtsızlıkla işlemini yapar. Kosswig son kez "Heil Hitler!" der ve kalkmak üzere olan uçağa doğru yürür.

Klagges’in hakkında çıkardığı, sınırda tutuklama emrinden yalnızca 1-2 saat erken davrandığını sonradan öğrenecektir. Gestapo tren istasyonlarını haberdar etmiş, ama Mussolini tantanasından ötürü, emir Tempelhof Havaalanı’na zamanında ulaşamamıştır.

"Boğaz’a sürgün"
"Sevgili ablacığım, benim takımın gelişinden beri bizden ilk yaşam işareti bu. Çocuklar çok neşeli geldiler. Uyum sağlamamız için ellerinden geleni esirgemeyen Heilbronn’larda kalıyoruz geçici olarak. Postdam’a mezarlığa gittiğinde, düşüncelerinde seninleydim. Babamızın bu büyük değişimi görmemesi ne iyi, fakat bu olmalıydı. Benim için başka bir çıkış yolu yoktu. Ve bu yol, bizler için değil ama, sizler için en zor katlanılabilecek olandı..." (2).

"... Enstitü Süleymaniye Camisi’nin yanında, konumu harika. Pera, Boğaz, Marmara ve Haliç’ten Asya’ya kadar geniş bir bakış alanını kapsıyor. Üzerinde kara çaylaklar çığırarak dolanmakta. Enstitü güzel ve temiz ama biraz ufak. Ayrıca ahırları ve akvaryumu inşa etmem gerek. Çok iş. Ama kıymetini takdire hazırlar. İlk karşılaşmamızda gençliğimden dolayı tereddütlü görünen rektör, Heilbronn’a ‘Bay Kosswig mükemmel bir seçim’ dedi. Daha iyisi olamaz" (2).

Çok geçmeden Kosswigler, Heilbronn’ların yanından, Bebek sırtlarında iki katlı ahşap bir köşke yerleşirler. Bebek köy gibidir o zamanlar ve Kosswigler Boğaz kıyısındaki bu köyü çok seveceklerdir.

Zoolojinin altın yılları
Curt Kosswig, İÜ Fen Fakültesi Zooloji Enstitüsü’ne zooloji profesörü ve enstitü direktörü olarak atanmıştır. Yanı sıra, 1951 yılından itibaren Baltalimanı Hidrobiyoloji Enstitüsü direktörlüğü görevini üstlenir. Türkiye’de kaldığı 1937-1954 yılları arasındaki 17 yılda eğitimi, bilimsel çalışmaları, yetiştirdiği elamanlar ve örgütçülüğü ile tanınır.

O yıllarda, yurtdışına doktora için gitmiş Türk öğrenciler de yurda dönmeye başlamıştır, Zooloji Enstitüsü’nün de böyle kadroları vardır. Kosswig, bütün asistanlarını ve çalışma arkadaşlarını, ilgilenmekten zevk alacakları araştırma konularına yönlendirir, olabildiğince her çalışma günü onlarla çalışmaları hakkında konuşur ve titizlikle yaptıklarını takip eder. Araştırmalarını yayınlaştırmalarını teşvik eder, kendisi de yayın sayısını giderek arttırır. Asistanları ve çalışma arkadaşlarıyla, bir araya geldikleri öğle yemeklerinde bile, bilimsel konular tartışılır, yeni araştırma konuları belirlenir. Kosswig her iki enstitüde de canlı, üretken bir bilimsel ortamın yaratılmasını sağlamıştır. Böyle olması gerektiğine yürekten inanır. Yapılan araştırma ve yayınlar, bizzat Kosswig tarafından yurtdışındaki uzmanlara duyurulur; elemanlarının ülkelerarası bilgi alışverişinde pay sahibi olmalarını ister.

İÜ Reformu’ndan önce de, Darülfunun’da zooloji alanında değerli çalışmalar yapmış bilim insanları vardır. Ama bilgi yığılmıştır, durağandır. Kosswig, Zooloji Kürsüsü’nü gelişmelere açık, dinamik bir bilim yuvası haline getirir. Ama Darülfunun öğretim üyelerinin resimlerini de enstitünün duvarlarına koydurmayı ihmal etmez. Ankara Yüksek Ziraat Enstitüsü’nde yapılan zoolojik çalışmaları da yakından izlemektedir. Kosswigli yıllar, Türkiye’de zooloji biliminin altın yıllarıdır.

Kosswig üniversitede, zooloji eğitiminde kullanılmak üzere, Genel Zooloji kitabı da yazmıştır; kimi yenilemelerle 5. baskısına ulaşan kitap, yıllarca okutulmaya devam edecektir. Yine liselerde okutulmak üzere, biyoloji ders kitabı kaleme alır. Giderek gelişen genetik bilimiyle ilgili olarak da, Heilbronn’la birlikte, Principia Genetica adlı kitabı yazarlar.

Kosswig, biyoloji ve ilgili bilim dallarının gelişmesini teşvik etmek, bu alanda bilgi alışverişini sağlamak ve bilimsel çalışmalarda yardımlaşmayı geliştirmek amacıyla kurulan Türk Biyoloji Derneği’nin yönetiminde de yer almış; derneğin yayın organı Türk Biyoloji Dergisi’nin birçok sayısında yazıları yayımlanmıştır. İÜ Fiziki ve Tabii İlimler Cemiyeti’nin süreli yayınında da makaleleri çıkar. İmzasına, asistanlarının yazdığı ve kimisi kendisine ithaf edilmiş kitapların Önsöz’lerinde rastlanır. Yaşamdan zamanlı / zamansız ayrılan meslektaşları için anma yazıları da kaleme almıştır. Ne yazık bunlardan biri, yakın dostu Alfred Heilbronn’un 1961’de ölümü için yazdığıdır.

Almanya’da doktorasını tamamlayarak yurda dönen ve Kosswig’in Zooloji Enstitüsü’nde çalıştığı yıllarda doçentliğini alan Atıf Şengün, onun başarısının nedenlerini şöyle açıklar:

"a) Güçlü kişiliği, b) Eleman kullanmadaki başarısı, c) Başkalarına angarya sayılabilecek işlerden kaçınmaması; örneğin tamamlanmış araştırmaları yabancı dile çevirmesi, başkalarına ait yayınların düzeltmelerini yapması, kitapların ve yayınların provalarını titizlikle okuması ve düzeltmesi; d) Zooloji bilim dalının herkes tarafından bilinmeyen ilginç yönlerini ortaya çıkarıp ilgili kişilere gösterebilmesi, e) Türkiye’de çalıştığı dönemde zooloji alanında tek otorite olarak sayılması, f) Genellikle Türkiye ile ilgili konuları ele alışı, g) Pahalı aletlere veya yurdumuzda sağlanması zor olan araç ve gerece ihtiyaç gösteren çalışmaların üzerinde durmayışı..." (1)

Kosswig’in bilimsel çalışmaları, genetik, sitoloji, cinsiyet tayini, cinsiyet ve tümör kalıtımı, bazı türlerde evrim ve preadaptasyon kuramı üzerinedir. Almanya’dayken yoğunlaştığı balıkların genetiği alanındaki çalışmalarını, Türkiye’de devam ettiremeyeceğini, trajikomik bir olayla anlar. Küçük tropik balıklar üzerindeki deneylerine devam etmek istemektedir. Ailesi Almanya’dan gelirken, Kosswig’in çalıştığı çaprazlama açısından önemli kimi balıkları da yanlarında getirirler. Curt Kosswig, Enstitü’de kurduğu akvaryumlarda kalıtım çalışmalarına başlar. Ama yoğun işler nedeniyle akvaryumlara birkaç günde bir bakabilmektedir. Balıklarla her gün ilgilenmesi için asistanlarından birini görevlendirir. Ancak deneysel çalışma beklenilen sonuçları vermez. Sonunda, asistanı itiraf eder: Kosswig’in umutlarını bağladığı erkek balık, akvaryumdan sıçrayarak ölmüştür. İyi niyetli asistan (!) Kosswig üzülmesin diye, genetik çalışmaları yapıldığını bile bile, ölenin yerine kardeşini koyuverir!

Kosswig bunun üzerine çalışmalarını, o yıllarda fazla bilinmeyen Anadolu ve Yakın Doğu faunası ve hayvan coğrafyası üzerinde yoğunlaştırır, özellikle de hemen hiç bilinmeyen omurgasız canlı gruplarıyla ilgilenir. Anadolu’yu dolaşmaya, örnek toplamaya başlar. Bürokratik engeller yüzünden sadece proje olarak kalan bir hâyâli de, Türkiye’de bir Doğa Tarihi Müzesi kurmaktır.

Manyas "Kuş Cenneti" olmazdan önce...
Kosswig, 1938 yılı Nisan başında öğrencilerine bir tatlı su faunası göstermek ister. Haritaya bakar, yakındakilerden Manyas Gölü’nü seçer. Nasıl gideceklerini de soruşturur: Geceden Bandırma vapuruna binilecek, sabah orada inilecek, kısa bir tren yolculuğundan sonra 4 km yürünecek. Yürünürken hayvan, bitki örnekleri de toplanabilir, gayet uygun.

Plan uygulanır. Kocaman bir göldür Manyas, "Bizim Müggelsche yanında havuz gibi kalıyor" (2) diye düşünür Kosswig. Sığırcıatik Köyü’ne yöneldikleri sırada, bir tüfek patlar. 1 km uzaklıktaki bir korudan binlerce kuş havalanır. Kosswig heyecanlanır: Kuş kolonileri yaşıyor olmalı! Tüfek sesini soruşturur. Öğrenirler ki, kuşların ağaçları kuruttuğunu düşünen köylüler, kuşları kovalasın, kaçırsın diye, içlerinden birini bekçi tutmuşlardır : Kâşif Kan’ın işi, kimi kuşları vurarak, kimilerinin yumurtalarını kırarak, onları kaçırmaya uğraşmaktır.

Kayığı da olan Kâşif’den rica ederler, onları koruya götürür:

"Gölde su altında ufak bir söğütlük, her ağaçta en az beş yuva büyük beyazbalıkçıl, erguvanibalıkçıl, gecebalıkçılı, karabataklar, yabankazları, kuğular, ördekler, dalgıçkuşları, küçükbalabanlar, çulhakuşları. Ayrıca pelikanlar, ankutlar, balık kartalları. Orada kuluçkaya yatan muazzam miktarda kuş, toplam 100 bin kuş desem, abartılı olmaz" (2).

Kosswig köylünün kurudu dediği ağaçlara bakmak ister ve hepsinin üzerini tırtılların kapladığını görür. Ağaçları bu tırtılların kuruttuğunu, tırtılları yedikleri için kuşların ağaçlar için düşündüklerinin aksine faydalı olduğunu köylüye anlatmaya uğraşır. Sonunda da ikna eder. Kâşif’e de der ki, "Senin paranı ben vereceğim; görevin kuşları korumak, öldürtmemek". O güne kadar kuşları kovalayan Kâşif, bundan böyle, kuşlara yanaşanları kovalayacaktır. Kosswigler yörenin adını da koyarlar: Kuş Cenneti.

"Kuluçka zamanı, sıkça Manyas’ı ziyaret etmekteyiz. Kenarında bir ev inşa edilmekte. Orada Kâşif kuşları koruyor. Biz de gece orada kalabiliyoruz. Zehra bir sebze bahçesi ekti, her zaman taze soğan var. Kâşifin eski tip arı kovanları, ağ ve takımları var. Gölde bolca bulunan turna, yayın, sazan ve leziz bir balık olan tatlısu ringası tutuyor. Tereyağ, yoğurt, süt ve ekmek köyden getiriliyor. Kısacası harikulade bir hayat yaşadığımız. Kâşif mükemmel bir doğa gözlemcisi ve hayvanlarla çok iyi uyuşuyor..." (2).

Kosswigler, bundan sonra her fırsatta Sığırcıatik Köyü’ndedirler. Curt artık bütün köylünün "hoca"sı, Leonore de, çocuklarının kendisine seslendiği gibi, "Muma"sıdır. Curt Kosswig, 1952’de Hidrobiyoloji Enstitüsü’nün buraya bir inceleme istasyonu kurmasını sağlar.

Kâşif’in ölümünden sonra, bekçiliği yine köyden Ali Kızılay üstlenir. Kosswig, Ali’ye kuş türlerini bilimsel olarak anlatır; Latince, Almanca ve Fransızca adlarını öğretir. "Muma" sık sık köye kaçar ve Ali ile birlikte 1000’den fazla kuşu halkalarlar. Halkaların üzerinde, Manyas Kuş Cenneti’nin adı ve adresi vardır. Bir gün Kenya’dan bir haber gelir: "Kuşunuz, burada vefat etmiştir".

Keşfedilişinden yaklaşık 20 yıl sonra, Kuş Cenneti tehlikeye girer. Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Bursalı hemşerilerine söz vermiş: Manyas Gölü’nün suyu Karacabey Ovası’na verilecek, böylece ova sulanacak. Curt Kosswig bir şey yapmadan oturur mu? Hidrobiyoloji Enstitüsü’nde kartograf kadrosunda çalışan, bilimsel fotoğrafları, filmleri çeken Cafer Türkmen’i çağırır. "Cafer, Kuş Cenneti elden gidiyor. Senden ricam, Kuş Cenneti fotoğraflarından on tane albüm hazırlaman". Manyas Gölü’nün suyu Karacabey Ovası’na verilirse, ne gibi ekolojik değişiklikler ve kayıplar olacağıyla ilgili bilimsel bir rapor da hazırlanır. Fen Fakültesi Dekanı Lütfi Biran, hazırlanan albümle birlikte raporu Ankara’da, su işleriyle ilgili bakanlığa götürür. Biran raporu sözlü olarak özetlemekte, bakan yarım kulak dinlemektedir. Ama fotoğraf albümü konunca önüne, pür dikkat kesilir. Türkmen’in fotoğrafları, Kuş Cenneti’ni kurtarmıştır. Bakan, ne istediklerini sorar, Dekan Manyas Kuş Cenneti’nin Milli Park olmasının en uygunu olduğunu düşündüklerini söyler. Böylelikle, Milli Parkları organize eden Orman Fakültesi’ne konu iletilir. Ama bir yerin Milli Park olması için, söğütlük olmaması gerekmektedir. Söğütlük, orman sayılmaz. Çare bulunur, söğüt ağaçlarının yerine dişbudak ağaçları dikilir. Böylece Manyas Kuş Cenneti, Milli Park statüsüne kavuşur.

Milli Park statüsünü koruyan Kuş Cenneti’nde günümüze dek varlığı tespit edilen kuş türü sayısı 255’dir. Bu türlerin 66 tanesi, Milli Park’ta düzenli olarak kuluçka yapmakta, 22 tür ise bazı yıllar kuluçka topluluğuna katılmaktadır. Geri kalan türler ise, göç sırasında Kuş Cenneti’ne uğramaktadır. Bir yılda Kuş Cenneti’ne gelen kuş sayısının 2-3 milyon olduğu tahmin edilmektedir. Kuş Cenneti’ni ziyarete gelenlerin, buradaki doğal hayatı izlemeleri için kule inşa edilmiş; kuşların barındığı bölgelere kameralar konmuştur.

Bir baştan bir başa Anadolu
Curt Kosswig, Anadolu faunasını yakından tanımak, bu konudaki bilgileri sistemleştirmek ve  eksiklerini tamamlamak için 1940’lardan başlayarak, planlı bir biçimde memleketi gezmeye başlar. Farklı mevsimlerde yapmaya çalıştığı onlarca geziyle, bir baştan bir başa Anadolu’yu dolaşır ve her yöreden insanla tanışır. Kimi zaman öğrenciler ve asistanlarıyla büyük bir grupla kimi zaman birkaç asistanından oluşan küçük bir grupla çıktığı bu gezilerin değişmez eşlikçisi, Leonore’dir. Türkçelerini geliştirip, yabancılıklarını üzerlerinden attıkça, gezilere bir başlarına da çıkacaklardır.

Kosswig, tıp, biyoloji, ziraat, ormancılık, dişçilik, eczacılık eğitimi gören bütün herkesin mecburi dersi olan FKB (fizik-kimya-biyoloji) derslerine girdiği için, binlerce öğrencisi olmuştur. Üstelik konusuna hâkimliğiyle; deneyler ve espriler yaparak dikkatleri derse toplamayı bilmesiyle; sağ elinden yaralandığında kullanmasını öğrendiği sol eli sayesinde, iki eliyle aynı anda çizdiği hayvan şekilleriyle; öğrencilerin kafalarında yer etmiştir. İlgisiz bölümlerde okudukları halde, ününü duyarak gelip dersini dinleyen çoktur. Gezilerde uğradıkları bir yerleşimin hükümet tabibi, öğretmeni, eczacısı, hatta devlet yetkilisinin Kosswig’in öğrencisi çıkıvermesi, sürpriz bir durum değildir. Öyle sık olmaktadır ki, kanıksanmıştır artık.

Leonore ile bir gezideyken, İzmir’de bavullarını çaldırırlar. Polis bavulların bulunacağını temin eder. Bavulları beklerken, ceplerindeki para bitiverir. Dönüş parası da yok. Leonore’nin bir çözümü vardır: "Kordon’a gidelim, mutlaka seni tanıyan birine rastlarız". Gerçekten de, Kordon’da fazla beklemeden, Kosswig’in İzmir’de hekimlik yapmakta olan bir öğrencisine rastlarlar. Leonore’nin dürtüklemesiyle, Kosswig, düştükleri zor durum hakkında bir şeyler geveler. Öğrenci cüzdanını çıkarır, "Buyrun hocam, ihtiyacınız neyse alın" der. Kosswigler, artık bavul-mavul beklemeden İstanbul’a dönerler, böylelikle.  Kosswig’in ilk işi, eski öğrencisine borcunu göndermek olur.

Anadolu gezileri zorlu geçer. 40’lar Anadolu’sunun olası koşullarını düşünün. Doğru-dürüst yol yok, araç yok, konaklama imkânı yok. Su ve elektriğin yokluğu da cabası. 1950’den önce yabancıların Fırat’ın doğusuna geçmesi yasaktır, 50’de kalkar bu yasak. Geziler Doğu Anadolu’ya kaydıkça, konaklanılan yerler ilkokullar, jandarma karakolları, çadırlar olmaya başlar. Yol ortasında bozulan araçlar, aç-susuz geçirilen zamanlar… Leonore gezilerde Anadolu kadını gibi şalvar giyer, başını da köylü kadınlar gibi bağlar. "Anadolu kadını için en uygun giysi budur" der. "Yeri geldiğinde hayvana, kağnıya binecek, yere oturacaktır".

Kosswigler bu gezilerde, çadırlarına, evlerine, sofralarına konuk oldukları insanları hiçbir zaman unutamazlar. "Gittiğimiz her yerde, Avrupa koşullarına alışmış birinin hâyâl bile edemeyeceği oranda yardım ve konukseverlikle karşılandık. Bu yıllar zarfında, sayısız insanla samimi ilişkiler kurduk. Anadolu’yu ve insanını ne kadar tanıdıksa, o kadar sevdik" (2).

Geçilen yerlerde, taşınabilecek omurgasız hayvan örnekleri; sürüngen, kuş, solucan, böcek, kelebek toplanır. Leonore de, dostları Heilbronn için bitki örnekleri toplamaktadır. Karı koca, bulundukları yerlerin sosyal yaşamı, etnik  kültürü ve tarihiyle de ilgilenirler.

Bazı geziler özel olarak bir canlı türü için yapılmıştır. Örneğin 1952’de yapılan Siirt-Tatvan-Van-Başkale-Hakkâri-Beytüşşebab-Eruh-Şırnak-Siirt gezisinin asıl amacı, Hakkari-Van bölgesinde yaşayan, denizden tatlı suya geçmiş vantuzlu bir balık türünü bulmaktır. Kosswig’in bu gezilerde bizzat topladığı ve bilim dünyasına ilk kez tanıttığı canlı türlerinden adını taşıyanların sayısı, Kosswig’e atfen adlandırılanlarla birlikte 20’nin üzerindedir.

Hidrobiyoloji Enstitüsü canlanıyor
Yıl 1951. Marmara’da kılıçbalığı boldur, o yıllarda. Ama bolluk krize yol açar. Bir grup balıkçı, Mayıs ayında yüzeye çıkan kılıçbalıklarını zıpkınla avlamaktadır; diğer bir grup da, mevsim ayrımı olmadan ağla avlanırlar. Zıpkınla avlananlar, ötekilerden şikayetçidir: "Küçük-büyük demeden topluyorlar. Soyunu tüketecekler. Biz büyüğünü avlıyoruz yalnızca". Ağla avlananlar savunur kendilerini: "Kılıçbalığını yumurta bırakma zamanında avlıyorlar. Asıl onlar kurutacak soyunu…"

Ankara’dan bir bakanlık görevlisi gelir, Kosswig’i bulur, kılıçbalığı anlaşmazlığını çözmesini ister. Kosswig balık biyoloğu olmadığını, ama zıpkınla avlanan balıklardan yumurta alınarak, olgunlaşma derecesinin saptanabileceğini söyler. Bu yolla alınan ovaryumlarla, zıpkınla avlanan balıkların yumurta bırakma zamanında olduğu anlaşılır. Kriz çözülür.

Bakanlık görevlisi Kosswig’e "Gelin, kapatılan Balıkçılık Enstitüsü’nün yeniden açalım" der. Kosswig, Baltalimanı’nda kurulmuş, fakat sonradan ihmal edilmiş Hidrobiyoloji Enstitüsü’nün canlandırılmasını daha doğru bulmaktadır. Böylelikle 1951’den itibaren, Zooloji Enstitüsü’nün yanında, Hidrobiyoloji Enstitüsü’nün yöneticiliğini de yapmaya başlar. Baltalimanı’nda oldukça harap vaziyetteki binanın tamirine başlanır; laboratuvarlar, idare ve toplantı binaları yapılır. Enstitünün ayağa kaldırılması, Kosswig ailesinin ortak hedefi olmuştur: Oğlanlar da yapı işlerinde çalışır. Curt Kosswig bütün bu işlerin başında, hatta içindedir: "Hidrobiyoloji Araştırma Enstitüsü Binası, Güney Akdeniz Zoologlar Kongresi için hazır durumda. Boya fırçası sallamak, dam temizlemek ve mermeri temizleyen maddeyi bulmak gibi, iki yıldır beni meşgul eden işlerin yokluğuna henüz alışamadım" (2).

Et Balık Kurumu enstitüye üç tane motorlu araştırma gemisi alır: HAE Gezer, HAE Görür, HAE Bulur. Enstitü kadrosu oluşturulur, genç araştırmacılarla hidrobiyolojinin her alanında zengin çalışmalara yönlendirilir. Geniş bir kütüphane de oluşturulur.

Kosswig, 1954’de Hidrobiyoloji Araştırma Enstitüsü’nün tarihçesi ve etkinliklerinden söz eden, Hidrobioloji Araştırma Enstitüsü’nün Kuruluş ve Vazifeleri adlı bir kitap yayımlar. Kitapta Enstitü’nün göl ve deniz balıkçılığının kalkındırılmasında üstlenmesi gereken görevleri anlatır. Enstitü ayrıca bilimsel etkinliklerini üç süreli dergi ve kitaplar ile yayımlamakta, konferanslarla daha geniş bir kitleyle paylaşmaktadır.

Kosswig zooloji enstitüsünde olduğu gibi burada da, değerlendirebileceği herkesi ortak hedefler çerçevesinde kenetler ve çalıştırır. Elemanlarını iyi tanır ve yapabileceklerini bilir. Örneğin, yıllardır zooloji çalışmalarının içinde olmakla birlikte, biyolog olmayan, kartograf kadrosunda görevli Cafer Türkmen’e, Türkiye Deniz Balıkları Takvimi’ni, kendi gözetiminde hazırlatır.

Kosswig, Türkiye’de kültür balıkçılığının başlatılması ve geliştirilmesinin çok önemli olduğunu düşünmektedir. Bu nedenle Enstitü’ye yabancı bir uzman da davet eder. Dr. W. Nümann, Enstitü’de deniz ve tatlısu balıkçılığı üzerine uygulamalı çalışmalar yürütür.

Kosswigler’in bütçesi, Hidrobiyoloji Enstitüsü’ndeki bu ek görevle, bir parça rahatlamıştır. Curt Kosswig kimselere çaktırmamaya çalışmaktadır, ama mali sıkıntıdadır. O zamana kadar, 3 tane çocuk okutan, kira veren, tek gelir kalemli aile bütçesi, Leonore’nin aldığı dikiş makinesiyle, oğlanlara babalarının ve birbirlerinin eskilerini uydurma gibi tutumluluklar yapmasıyla, güçlükle ayakta durmaktadır.

Birecik’deki Kelaynak kuşları popülasyonu
Bir gün Urfalı bir öğrencisi, Birecik’de yaşayan kuşlardan söz eder Kosswig’e: Gagası uzun, siyah tüylü bir kuş. Kosswig merak eder, "Getir, bir görelim" der. Tatil dönüşü iki de kelaynak alır, yanına öğrenci. Kuşlar için Hidrobiyoloji Enstitüsü’nün bahçesinde kafes yapılır. Kosswig bakımlarıyla bizzat ilgilenir, etlerini kendi verir. Çocuğu gibidirler.

1954’de kelaynakların yaşadığı yere, Birecik’e gitmeye karar verilir. Leonore ve Curt, önce İsrail’deki arkadaşlarını ziyaret edecek, dönüşte Gaziantep’te Cafer Türkmen ile buluşacaklardır. Cafer Türkmen gezilerde hem fotoğraf çekmekte, hem de gerekirse örnek olarak alınacak hayvanları avlamaktadır.

Gaziantep’te buluşulur, yola çıkılır. Birecik Köprüsü yapılmamıştır o zamanlar, Fırat’ı salla geçerler. Kalacakları otelde su yoktur, leş gibi de kokmaktadır etraf. "Hiç olmazsa karşıya geçip, Fırat’ın temiz suyunda yıkanalım" der Leonore. Mayolarını alır, motorla karşıya, nehrin üst kısımlarına geçerler. Cafer Türkmen, mayosunu getirmediğinden kıyıdadır.

İki jandarma peydahlanır. "Kim bunlar?" diye sorarlar, Türkmen’e.

"Bir yabancı profesörle karısı".
"Ne yapıyorlar?"
"Yıkanıyorlar".
"Olamaz. İnsan karısını çıplak yıkar mı?"

Cafer Türkmen, ne anlattıysa ikna edemez askerleri. Bizimle karakola geleceksiniz diye tuttururlar. Ama Nizip’e. Fırat’ın bu kıyısı, Gaziantep Nizip Karakolu’na bağlıdır çünkü. Kosswigler’in pasaportları, Birecik Karakolu’nda. Türkmen çaresiz, "Onları rehin tutun, ben pasaportlarını alıp geleyim" der. Neyse ki Nizip’den dönmekte olan Birecik Komiseri de karşıya geçmek için sal bekleyenler arasındadır. Durumu öğrenince, Komiser askerleri çağırır, "Bizim misafirlerimizdir" der de, kurtulurlar.

2 gün kalınır Birecik’te. Ağustos ayıdır, gölgede sıcaklık 45 derecedir, sıcakta belki 50-60 derece. Popülasyonun yuvaladığı kayalıkları gezer, kuşları gözlerler. Cafer Türkmen kuşların fotoğrafını çeker, filme alır. Kosswig bunları Alman bir kuş uzmanına yollar. Bilim dünyası kelaynak kuşlarını, kış aylarını geçirdikleri Mısır’dan bilmektedir, zaten. Ama yazları Urfa-Birecik’de büyük bir koloninin konakladığı böylelikle anlaşılmış olur.

Almanya’ya dönüş
1954 sonlarında Hamburg Üniversitesi, Kosswig’i Zooloji Enstitüsü’ne yönetici olarak davet eder. Kosswig ciddi ciddi düşünmektedir. Hamburg Üniversitesi’ne göndermek üzere hazırladığı referans dosyası için yardım istediği Cafer Türkmen sorar: "Hocam, hidrobiyoloji çalışıyor, zooloji yolunda; her ikisi için de elemanlar yetiştirdiniz. Bu durumdayken, bizi bırakıp nereye gidiyorsunuz?" Kosswig üzgündür, Türkmen’le içtenlikle dertleşir. Türk vatandaşı değildir, sözleşmeli olarak çalışmaktadır üniversitede, ne sigortası vardır, ne de emeklilik hakkı. Sözleşmesinin yenilenmediği bir durumda, ailecek zor duruma düşeceklerdir. Çocuklar okumaktadır, özellikle onlara karşı sorumludur. Hamburg Üniversitesi, Türkiye’de çalıştığı 17 yılı da emeklilik hakkı içinde sayma vaadindedir. Üstelik ailesi Bebek’ten ayrılmak istemediği için, tazminat da ödeyeceklerdir.

Kosswig 1955 öğretim yılına, Hamburg Üniversitesi’nde başlar. İstanbul Üniversitesi’ndeki sözleşmesinin dolmasına daha 5 ay vardır. Her iki üniversitenin de anlayış göstermesiyle, 1955 yılını yarı Türkiye’de, yarı Almanya’da tamamlar.

Curt Kosswig, 1933 İÜ Reformu çerçevesinde Türkiye’ye gelen yabancı bilim insanlarının, ülkemizde en uzun kalan birkaçı arasındadır. Üstelik Hamburg Üniversitesi’ne geçtikten sonra da Türkiye’den hiç kopmayacaktır. 33’de gelen yabancı bilim insanlarının bir kısmı, birkaç yıl içinde başka Batı ülkelerine gitmiş; büyük bir kısmı ise 1945’de, 2. Dünya Savaşı’nın bitişi, Naziler’in iktidarı yitirişiyle ülkelerine dönmüşlerdir.

Leonore, Türkiye’den ayrılmaz
Leonore, Curt’la birlikte Almanya’ya dönmez. Bebek’de kalmak ister. Çocuklar da okudukları için evden ayrıdırlar. Böylece, Leonore’nin bilimsel olarak en yaratıcı dönemi başlar. Anadolu gezilerinde artık bir başınadır; yörüklerle dolaşır, yaylalarda çadır yaşamını onlarla paylaşır. Halkbilim konulu çalışmalar yapar, makaleler yayımlar. Curt’un görevi gereği, bazen eşi olarak yanında bulunması icap eder. Leonore Türkiye’den bu zorunlu ayrılışlara katlanır, ama ilk fırsatta geri döner. Evi burasıdır.

Curt da, Noel ve yaz tatillerinde soluğu İstanbul’da alır. Kosswigler Anadolu gezilerine, Curt’un Hamburg Üniversitesi’nden öğrencileri ve Türkiye’deki eski asistanlarıyla, kaldıkları yerden devam etmektedirler. Curt Kosswig, 1969 yılında emekli olduğunda, bu kez  Erzurum Atatürk Üniversitesi’nde 2 yıl boyunca konuk profesör olarak görev yapacaktır.

Kosswigler, doğanın sonsuzluğuna Boğaz kıyısında karışır…
1974 Nisan’ında Kosswigler, Curt Kosswig’in danışmanlığını yaptığı son doktora öğrencisi Nihat Aktaç ile Trabzon’da karınca örnekleri toplarken, Leonore belinden rahatsızlanır; geziyi yarım bırakıp, İstanbul’a dönerler. Alman Hastanesi’nde geçirilen birkaç günden sonra, Hamburg’a uçarlar. Teşhis daha İstanbul’dayken konmuştur: Belkemiğinde hızla büyüyen bir tümör. Curt, uzun yıllar birlikte çalıştığı Cafer Türkmen’e mektup yazar: "Muma Aşiyan Mezarlığı’na gömülmek istiyor, ona yer bulur musun?" (3). Bu acı mektupta Curt, bütün arzusunun Leonore’yi sağ olarak son kez Bebek’e getirmek olduğunu belirtmektedir. Ne yazık ki, bu arzusunu gerçekleştiremez; Leonore 23 Temmuz 1974’de sonsuz uykuya teslim olur. Cenaze İstanbul’a getirilir ve Bebek’teki evin bahçesinde, Türkiyeli dostların katılımıyla yapılan törenin ardından, Aşiyan’a gömülür.

Curt, Leonore’den 8 yıl sonra, 29 Mart 1982’de Almanya’da vefat edecektir. Curt Kosswig’in Leonore’yi kaybettikten sonraki yıllarını, son doktora öğrencisi Prof. Dr. Nihat Aktaç’ın yazısında bulacaksınız. Vasiyeti üzerine Curt Kosswig’in cenazesi de İstanbul’a getirilir ve İstanbul Üniversitesi’nde yapılan törenin ardından, Aşiyan’da Leonoresi’nin yakınına gömülür. Leonore ve Curt, 8 yıllık ayrılıktan sonra, işte yeniden birliktedirler. Tutkun oldukları doğanın sonsuzluğuna, çok sevdikleri bu topraklarda, çok sevdikleri Boğaz kıyılarında karışırlar… Yelkovan kuşları, sabahın erken vaktinden, akşamın geç saatlerine dek, kanatlarını suya değiriverecekmiş gibi ve birbirlerinin peşine sıralı uçarken…

 

Curt Kosswig ve Mustafa Kemal Atatürk
İnsan Curt Kosswig
Leonore Kosswig'i Anarken

Kosswig'in kendi kaleminden hatıraları
 

 

DİPNOTLAR / KAYNAKLAR
1.
Akt. Prof. Dr. Dinçer Gülen ve Prof. Dr. Orhan Küçüker, "Ord. Prof. Dr. Curt Kosswig (1903-1982), -1933 Üniversite Reformu Çerçevesinde İÜ Fen Fakültesi’nde Eğitim ve Öğretime Katkıda Bulunan Avrupalı Bilim Adamları-", Acta Naturae: Doğal Zenginlikleri Araştırma ve Uygulama Merkezi Bülteni, S: 4, Ekim 2003, 123 s.

2. "Boğaza Sürgün", Yönetim ve senaryo: Meryln Solakhan ve Manfred Blank, 2002, 93 dakika.

3. Cafer Türkmen ile söyleşi, 14 Ekim 2005. Cafer Bey’in Kosswigler’in evine komşu olan Bebek’deki evinde, önemli bir bölümüne Prof. Dr. Orhan Küçüker’in de katıldığı yaklaşık 4 saatlik bir görüşme gerçekleştirdik.

4. Aykut Kazancıgil ile görüşme, -Prof. Dr. Orhan Küçüker ile birlikte-, Temmuz 2005.

5. Prof. Dr. Horst Widmann, Atatürk ve Üniversite Reformu, Çev. Prof. Dr. Aykut Kazancıgil-Doç. Dr. Serpil Bozkurt, Kabalcı Yayınevi, Mayıs 2000, 533 s. Bu makalede, çerçeve yazılara alınan belgeler, Sayın Aykut Kazancıgil’in Widmann’ın kitabı için hazırladığı "Ekler" bölümünden alınmıştır.

 

Bu yazının hazırlanmasında, büyük yardım ve desteğini gördüğüm Prof. Dr. Orhan Küçüker’e teşekkürü borç biliyorum. Sayın Küçüker, Kosswig ile ilgili her türlü kaynağa ve kişilere ulaşmamı sağladı. Cafer Türkmen ve Prof. Dr. Aykut Kazancıgil ile yaptığım söyleşilere, bizzat eşlik etti. Sayın Türkmen’e ve Sayın Kazancıgil’e de görüşmelerimizde verdikleri değerli bilgiler için minnettarım.

Prof. Dr. Orhan Küçüker, yöneticisi olduğu, İÜ Fen Fakültesi Doğal Zenginlikleri Araştırma ve Uygulama Merkezi’nin (DOZEM) bir çalışması olarak, "Türk Doğa Bilimcileri Biyografiler Serisi" hazırlıyor. Bu seri çerçevesinde, Prof. Dr. Dinçer Gülen ve Prof. Dr. Orhan Küçüker, DOZEM’in bülteni, Acta Naturae’nin 4. sayısında, geniş bir makaleyle Curt Kosswig’in Türkiye’de yaptığı bütün bilimsel çalışmaları ve yayınları takdire değer bir emekle derlemiş bulunuyorlar. Çok faydalandım. Kaynaklar deyince, Curt Kosswig’in yaşamını konu edinen "Boğaza Sürgün" filmini atlayamam. Çok değerli bir çalışma gerçekleştirilmiş. Sayın Cafer Türkmen’e Kosswigler’in gezilerinde çektiği resimleri kullanmamıza, ayrıca bilim tarihinin duayenlerinden Sayın Aykut Kazancıgil’e de, Serpil Bozkurt ile ortak olarak çevirdiği Horst Widmann’ın Atatürk ve Üniversite Reformu kitabına tamamlayıcı olarak yaptığı eklerden, Curt Kosswig’in belge değerindeki iki yazısını yayımlamamıza izin verdiği için de teşekkür ediyorum.

Nalân Mahsereci