SORULAR VE CEVAPLAR
Boyutlar, astral alem, akaşik kayıtlar, uzaylılar, rüyalar, ruh
hastalıkları, auramızın güçlendirilmesi, evrenin
yaratılışı, kader, doğum öncesi ve ölümden sonraki yaşam hakkında
Bu yazının PDF halini
buradan alabilirsiniz
5. boyut nedir?
Şu
anda fiziksel olarak içinde bulunduğumuz boyut 3.
boyuttur. Altın oran mimarisi sayesinde 3. boyuttaki
herşey, bize gerçek gibi görünür. Bundan sonra gelen
boyut, 4. boyut olup, bu boyut düşünce boyutudur, astral
alemdir. 5. boyut ise, hiçbir dualite, şartlanma ve
korkunun bulunmadığı bir boyuttur. Dolayısı ile bu
boyutta Yin ve Yang, erkeklik ve dişilik bulunmaz. Saf
sevgi boyutudur. Bu boyutta zaman yoktur. 3. boyutta
doğan bizler herşeyi zaman denen çizgisel/lineer
illüzyonun/sanrının akışı sırasında, ikiye böle böle
büyürüz. Önce karanlığı, sonra ana rahminden çıkınca
aydınlığı, anne karnında sıcağı, doğunca soğuğu
öğreniriz. Bu şekilde her şeyi ikiye böle böle,
dual/ikili olarak fizikî dünyayı öğreniriz. Büyüyüp
aklımız erdiğinde ise, içinde doğduğumuz bu 3. boyutlu,
dualitik dünyadan başka, dualitenin olmadığı, zamansız
bir boyutu anlayamayız, düşünemeyiz, hayâl edemeyiz,
idrak edemeyiz. Çünkü, doğumdan itibaren beynimiz o
şekilde formatlanmıştır. Astral alemde seyâhata ilk
başlayanların farkettiği şeylerden birisi de, fiziksel
dünyadaki tüm o kanıksadığımız dualitik şartlanmaların
hiçbirisinin mevcut olmadığı o safhadaki kısa süreli
panik halidir. Karanlıkla aydınlığın, sıcakla soğuğun,
siyah ile beyazın, negatifle pozitifin, mutlulukla
mutsuzluğun, güzel ve çirkinin aslında hep aynı şey, tek
bir şey olduğu gerçeği, bu tek gerçek dışındaki tüm
görüntüler ve hislerin aslında bir kandırmaca, hayâl,
illüzyon olmasının idrak halidir. Bu boyut, iyi ve
kötünün olmadığı bir boyuttur. Rüyalar alemidir. 5.
boyuta geçince, geçici olarak terkettiğimiz 3. boyuttaki
hayatımızdaki türlü zorluklar, hastalık ve kötü şeylerin
aslında kötü olmadıklarını, onların aslında bir fırsat
olduklarını farkederiz. Bu boyuta bilinçli olarak ilk
adım attığımızda farkettiğimiz bu sersemletici
kavrayışlar, bu boyuta gide gele, sonunda fiziksel
dünyadaki bilinçli halimize de yansımaya başlar. Yavaş
yavaş dualite, yani ikiliği kaldırdığımızda,
karşımızdaki insanı artık yargılayamayız. Ona güzel ya
da çirkin diyemeyiz. Onu olduğu gibi kabul ederiz. 3.
boyuttaki hayatımızda, nefsi köreltme, herşeyin tek bir
kaynaktan geldiğini idrak etme, nefes teknikleri,
farkındalık ve diğer meditasyon çalışmaları aslında
hepsi dualitesiz bir yaşama alışma denemelerinden
ibarettir.
Boyutlardan biraz daha söz eder misiniz?
1.
boyut, bitkiler ve minerallerin seviyesindeki boyuttur.
2. boyut, hayvanlar, 3. boyut ise üzerinde yaşadığımız
Yerkürenin/Gaia'nın/Dünyanın kendisidir, evrenimizdir.
4. boyut, düşünce boyutudur ve astral alemdir, ölünce
gidilen yerdir. Burada düşünce gücü ile herşey
fizikselmiş gibi gerçek kılınabilir. 5. boyut,
Pleaidianlar'ın seviyesindeki boyuttur. Bunun üzerindeki
6. boyutta Feline'ler ve Carian'lar bulunur. 6. boyutta
enerji fiziksel bir haldedir. 7. ve 8. boyutlar çok
yüksek boyutlar olup, bu boyutları burada ifade etmek,
kullanılan dil yüzünden çok zordur. 9., 10., 11. ve 12.
boyutlar ise, kısaca, tüm evrenleri yaratmakla
görevlendirilmiş meleklere aittir. Evrenleri diyoruz,
çünkü yaratılan evrenimiz ne ilkidir, ne sonuncusudur.
Melekleri biz, ayrı ayrı birer şahsiyet olarak
düşünürüz. Aslında öyle değildir. Melekler aslında
birleşik bilinç enerji seviyeleridir, kolektif düşünce
formlarıdır. Burada bu kolektif/bir arada bulunan, ortak
saf bilinçleri tarif etmek yine oldukça zorlu bir
iştir. Her bir titreşimsel düzey (boyut), bir sonraki
düzeyi onurlandırır. Onurlandırma işi, tahmin
bile edemeyeceğimiz müthiş bir sevgi enerjisiyle olur.
Dünyadaki bir insan bu onurlandırma işinin nasıl
olduğunu görüp anlasaydı, işin eşsiz saflığından ve
güzelliğinin etkisinden dolayı katıla katıla ağlar,
sevinç gözyaşları dökerdi. 12. boyutta tüm evrenlerdeki
canlıların kaynak ruhları bulunur. 3. boyutta şu an
insan olarak bizlerin düşündüğü gibi, bu ruhlar yine
ayrı ayrı şahsiyetler şeklinde değildir. 12. boyutun da
üzerinde, 13. boyutta Yaradan bulunur. 13 rakamı
gördüğünüz gibi uğursuz değil, aslında en uğurlu
rakamdır, ayrıca asal sayıların en gizemlisidir. Tüm
evrenler, boyutlar, karadelikler, galaksiler, karanlık
madde, her türlü çekim gücü, zaman ve diğer her türlü
mucizelerin kaynağı, 13. boyuttan gelir. Mutlak
Yaratıcıdır. 13. boyuta aslında boyut demek yanlıştır.
O, tüm titreşim düzeyleri ve enerjinin kaynağı olarak,
doğmayan ve doğurmayan Mutlak Tekil'lik olarak, tüm
boyutlar onun vücududur/düşüncesidir diyebiliriz. Bunu
kavraması zordur. O'ndan öte artık başka birşey yoktur,
olamaz. 9., 10., 11. ve 12. boyutlardaki saf enerji
kolektif bilinçlerini tarif etmek ne kadar zorsa, 13.
boyutu yani Tümel Aklı, Mutlak Yaradan'ı tarif etmek o
kadar imkânsızdır. Herşey 13. boyuttaki O'nun
kararlılığı ve isteğiyle şu anki gibidir. Bunu saf sevgi
enerjisinin değişik titreşim seviyeleri ile yapar. Tüm
enerji seviyelerinin en üstünde, enerji ötesi bir
haldedir. Öyle ki, tüm boyutları meydana getiren enerji
titreşimleri, seviye seviye en üstten en alta kadar
varlığını O'na borçludur. Sürdürdüğü bu evrenleri ve
boyutları ayakta tutma işine (hayâl etmeye / düşünmeye /
istemeye) son veriverse, herşey, tüm evren ve boyutlar,
zaman, uzay, enerji, tüm madde ve boşluk, bir anda yok
olur. Tüm bu yaratılan boyutlardaki evrenlerin,
galaksilerin vs. tüm envanterin başlamasını, bitişini ve
O'na göre bir an gibi kısa süren kaderlerini karşıdan
görür durumda olma/farkında olma/seyretme halindedir.
Tüm evrenler ve boyutlar onun vücududur / hayâlidir /
düşüncesidir diyebiliriz. Şartlanmalarla
yoğurularak/formatlanarak büyümüş, fiziksel olarak tüm
ışık spektrumunu göremediğimizden, tüm sesleri
duyamadığımızdan ötürü kısıtlanmış algılamaya sahip
insanlara bu kavramı ifade edebilmek imkânsızdır. Zamanı
lineer olarak ilk doğduğu günden itibaren yaşayarak
benimseyen, 3 boyutlu dünya yaşamından başka bir boyutu
kasıtlı olarak düşünüp kavrayamayacak hale getirilmiş
bir şekilde yaşayıp giden insanlara bunu anlatamazsınız.
Bu kavram, ancak sembolik olarak benzetmelerle ifade
edilebilir.
Okyanustaki su damlası buna iyi bir örnektir: Su
damlasıyla okyanusu birbirinden ayıran bir sınır,
elbette yoktur. "Okyanus nedir" diye okyanustaki bir su
damlacığına soru sorabilseydik, su damlası buna cevap
veremeyecekti. Her daim içinde olduğu okyanusun tanımını
yapamayacaktı. Su damlası, okyanusu kavrayabilmesini
sağlayacak bir başvuru noktasına sahip değildir. Aynı
şekilde, 3. boyuttaki insan, okyanustaki bir su damlası
gibi, Mutlak Yaratıcının sevgi enerjisiyle yaratılmış,
Yaratıcıdan ayrı bir yerde değil, bizzat onun vücudu ya
da düşüncesi diyebileceğimiz enerji seviyelerinden
birisindedir, hem kendi fiziksel vücudumuzla hem
etrafımızdaki bize fiziksel ve gerçek olarak görünen
yine onun yarattığı (düşündüğü) her ayrıntıyla. Tüm
amaç, hayatın tüm anlamı, O'na ulaşmak gibi görünür. Su
damlasının okyanusa ulaşmak için (okyanusun aslında ne
olduğunu öğrenmesi çabası, kendisinin aslında ne
olduğunu öğrenmesi çabası) uğraşması gibi. Aslında o (su
damlası), okyanusun ta kendisidir, bir parçasıdır.
Okyanustan ayrı değil, onunla birdir, iç içedir. O,
şah damarımızdan da yakın derken bu anlatılmaya
çalışılmıştır. 3. boyuttaki sıkışık bizler (kısıtlı
görme, duyma özelliklerimiz vs.) bu kavramları 3. boyuta
göre şartlanmış aklımızla anlamakta o yüzden zorluk
çekeriz. İşte o yüzden bir aslanın, ayakları üzerinde
yürümesini bile henüz yapamayan, tir tir titreyen, yeni
doğmuş, tecrübesiz ve masum geyik yavrusunu yakalayıp,
oynayarak, parçalayıp yemesi haksızlığı bizi üzer. İşte
o yüzden etrafımızdaki tüm tecavüz, katliam, savaşlar,
hastalıklar, erken ve toplu ölümlere Yaradan nasıl olur
da izin vermiş/veriyor diye kendi kendimize sorarız.
Aslında, aslanı da yavru geyiği de yaratan O'dur. O
herşeyi hem aslanın, hem yavru geyiğin gözünden görürken
(deneyimlerken), aynı zamanda aslanın geyik yavrusunu
yemesini seyreden (biz) insanın gözünden de görür
(deneyimler). Aynı sahneyi gözleri önünde yavrusu aslan
tarafından parçalanan anne geyiğin gözünden de görür. Bu
şekilde, aynı tecrübeyi, farklı akıl ve bilinç
seviyeleriyle görme/deneyimlemeyi tarif edebilmek
zordur. Olay bu kadarla da basit değildir. Aynı olay,
bir de Gaia/Yerküre/Dünya Ana tarafından da
deneyimlenir. Dünya Ana 4,5 milyar yaşındadır. Bir insan
ömrü 60-80 yıldır. Tüm bitkiler, hayvan ve insanlar
topraktan yaratılır. Yani, canlı olan vücudun
bileşenleri aslında yediklerimizden gelir.
Yediklerimizin hepsinin kaynağı topraktır. Şimdi, 4,5
milyar yaşındaki bir bilincin (Yerkürenin) göz açıp
kapayıncaya kadar bir sürede (20 bin sene diyelim)
medeniyet kurmuş insanoğluna bakışını kavramaya
çalışalım. Dünya'nın kendi vücudundan/topraktan
yaratılıp ayağa kalkmış bu insan, topraktan yaratılmış
aslanın, topraktan yaratılmış geyiğin doğurduğu,
topraktan yaratılmış yavrusunu yemesini seyrettiğini
düşünün. Yerkürenin gözünde/bilinç seviyesinde, aslanın
geyik yavrusunu yemesi olayı neyi ifade eder bir
düşünün? Üstelik, akıllı geçinen insan da, bu olayı
karşıdan seyretmektedir. Aslında olay, onun (Dünya
Ananın) gözünde, toprağın ete bürünüp, diğer ete
bürünmüş toprağı yemesidir. Hem aslan, hem geyik hem de
insan eskiden topraktı. Bir süre sonra hepsi yine
tamamen toprağa dönüşecek. Dönüşülen toprak kime aittir?
Peki, aslında üzerinde toprağın durduğu Dünya kime
aittir? Kim yaratmıştır? Toprağı toprak yapan
elementlerin kaynağı neresidir? Mekanizma, şartlanmış
bir insan için oldukça karmaşıktır ve kavranması kolay
değildir. Eskiler, bunu basite indirgemişler: “Herşey
bir tiyatrodur/oyundur”. Başka bir basit ifade ise
şudur: "Yukarıda nasılsa, aşağıda da öyledir".
Bu
ikinci açıklamayı biraz açalım: Şu an 3. boyutta nasıl
hiyerarşik bir toplumda yaşıyorsak, üst boyutlarda da
benzer bir hiyerarşi vardır. Biz, 3. boyuttaki
hayatımızda, 2. boyuta, meselâ bir fotoğrafa bakıp
şaşırmıyoruz. 3. boyuttaki bizlere 2. ve 1. boyut son
derece normal geliyor. 5. boyuttaki bir bilinç, 3.
boyuta son derece sıradan birşeymiş gibi bakar. 5.
boyuttakiler 6. boyutu göremez ama 6. boyuttaki bir
bilinç, daha alttaki boyutları görebilir, istediği gibi
gidip gelebilir. Demek ki, 3. boyuttaki bizler, 5. ve
daha üst boyutları bu şekilde tahmin edebiliriz. Aşağıda
nasılsa, yukarıda da öyledir. Ayrıca, diğer bir örnek
olarak, karınca, 2 boyutlu dünyasında mutludur. Ona
zamanı ve 3. boyutu anlatamazsınız. Ne kadar dil
dökerseniz dökün, o kendi işine bakacaktır. Yani, 6.
boyuttaki bir varlık gelip size 5. boyutu, alt ve üst
boyutları anlatmaya kalksa, tıpkı karınca örneğindeki
gibi siz hiçbir şey anlayamaz ve kendi işinize bakmayı
tercih edersiniz. Aşağıda nasılsa yukarıda da aynısı
vardır demiştik. Güneş'le gezegenler arasındaki nasıl
büyük bir mesafe/boşluk varsa, atomun çekirdeği ile
etrafındaki elektronların arasında da benzer büyüklükte
bir mesafe/boşluk vardır. Bu ilkeyi kullanarak tüm
evreni daha güzel kavrayabilir, anlayabilir hatta
evrenimizin kaderini tahmin bile edebilirsiniz. Şöyle
ki, büyük bir patlamayla başlayan evrenimizdeki tüm gaz,
toz, daha sonra oluşan güneşler, daha sonra oluşan
karadelikler, galaksiler vs. aklınıza gelecek herşey,
ilk patlama anından bu güne kadar, birbirlerinden
uzaklaşmaktalar. 3 boyutlu olarak düşünürsek, bir
noktada oluşan patlamadan sonra, tüm malzeme, giderek
büyüyen içi dolu bir küre şeklinde, her tarafa doğru
saçılmıştır. Bugün radyo teleskoplarla uzayın
derinliklerine, çok uzaklara baktığımızda herşeyin
giderek birbirinden uzaklaştığını görmekteyiz. Evrenin
kaderi, bu şekilde sonsuza kadar büyüyerek, içindeki tüm
güneşlerin söndüğü, tüm canlılığın sona erdiği, sonunda
ölü, ışıksız bir evren oluşuncaya kadar büyüme şeklinde
mi sona erecek, yoksa çekim gücüyle büyüme durduktan
sonra, tüm malzeme, tekrar ilk patlamadaki aşamaya,
yani, tüm malzemenin tek bir noktada, bir benek şeklinde
bir araya geri gelmesiyle mi sona erecektir?
Dünyada'daki hangi olayları örnek alarak bu soruya cevap
verebiliriz? Dünyayı gözlemeyi size bırakıp, cevabı
verelim: Evren ilk haline küçülerek, yeni bir patlamayla
yeni bir evrenin ışığını yakacaktır/başlatacaktır. Bilim
adamları çöküşün trilyonlarca yıl süreceğini
hesaplasalar da, aslında çöküş çok daha kısa sürecektir
(çünkü hesaba katmadıkları, evrenin asıl dokusu
diyebileceğimiz %70 gibi çok büyük miktarda karanlık
madde ve karanlık enerji var). Kısaca, 3. boyutta
yaşayan bizler, üst boyutları ve evrenimizin geleceğini,
bu şekilde kolayca tahmin edebiliriz. Aşağıda ne varsa,
yukarıda da o vardır.
"Evrenler" diye çoğul ifade etmek doğru
mudur?
Aslında bir tek evren var. Fakat sayısız farklı alt
boyutlar var. Bu alt boyutların hepsi neredeyse birer
evren gibi ve sonsuz denecek sayıda ve büyüklükteler. Bu
kadar fazla alt boyut olunca, bunları ifade etmek,
dünyada kullanılan diller yüzünden imkânsız. İçinde
bulunduğumuz evrenimizin ne kadar büyük olduğunu ancak
tahmin edebiliyoruz. Kendi güneşimizden binlerce defa
büyük güneşler var. Samanyolumuzun merkezindeki dev
karadelikten çok daha büyük karadelikler var. Bu
karadeliklerin bazısı o kadar büyük ki ışık hızıyla 3-4
gün çapında. Bu büyüklükteki bir karadelik, bizim Güneş
Sistemimizden büyüktür. Işık hızıyla bile bir uçtan bir
uca yüzbinlerce yılda gidilebilen devasa galaksiler var.
Şimdi, hal böyleyken, bir de burada hiç söz etmediğimiz
alt boyutlar da işin içine girince "evrenler" diyerek
açıklamaya çalışılmıştır. Oysa, tüm boyutları kapsayan
tek bir evren vardır. Tüm boyutlar, tek tek birer enerji
seviyesidir, titreşimdir. Her seviye, bir bilinç
düzeyidir. Bunu şöyle anlatalım: Mikroskopla bir objeyi
binlerce defa büyütelim. Büyütmeye devam edelim. Ne
kadar büyütürsek büyütelim, sonunda atom seviyesine
kadar geliriz. Bu seviyede etrafa baktığımızda ne
güneşi, ne galaksileri, ne bir karıncayı hiçbirşeyi
göremez ve ifade edemezsiniz. Bu geldiğiniz nokta bir
bilinç seviyesidir. Mutlak Yaradan'a yaklaştığınız
yerdir. Boşluktur. Bununla ilgili ilginç bir yazıyı
buradan
okuyabilirsiniz.
Yaradan kavramından biraz söz eder
misiniz?
Mutlak
ve Evrensel Bilincin, Tek Kaynak'ın sonsuz boyutlar
meydana getirmesini, fiziksel dünyada yaşayan bizlerin
anlaması çok zordur. Bunu anlayabilmek için ilk iş
boşluk kavramını öğrenmeliyiz. Boşluk herşeyin hem
içindedir hem dışındadır (okyanustaki su damlası).
Atomların arasında muazzam bir boşluk vardır. Bugün
modern bilim tüm olanaklarını bu atomların arasındaki
boşluğun ne olduğunu bulmaya harcıyor. Bu boşluk ne
zaman hassas aletlerle ölçülmeye kalkılsa, aletler ya
mutlak sıfırı ya da sonsuzu gösteriyor. Vücudumuzdaki
tüm atomlardan daha fazla boşluk var vücudumuzda.
Aslında bir insan vücudundaki elektronlar yok olsa, tüm
atom çekirdekleri bir araya gelseler (çekirdekler bir
araya gelip yapışsalar/atomların arasındaki boşluk yok
olsa), toplu iğneden daha ufak bir yere sığar bu
çekirdekler (yani biz). Ama 80 kilo isek, bu
çekirdeklerden oluşan toz zerresinin ağırlığı da (yani
biz) 80 kilo olacaktır. Bir nötron yıldızı, çekirdekleri
birbirine yapışmış, elektronsuz, sadece çekirdeklerden
oluşan muazzam bir atom çekirdeği çorbasıdır. Çekim
kuvveti yüzünden küre olan şeklini korur. Pulsar da
denen böyle bir nötron yıldızından, bir çay kaşığı
çekirdek örneği aldığımızda, yerçekimsiz uzayda bunun
bir ağırlığı yoktur, fakat bu aldığımız örneği dünyaya
getirdiğimizde, çay kaşığındaki örnek dünyada
yüzmilyarlarca ton (çay kaşığı 5 mililitre olsa, 5×1012
kg ya da 5.500.000.000 ton) ağırlık çeker. Bu kadar
küçük hacimde ve bu kadar ağır bir cismi dünya üzerine
bıraktığınızda ise, nötron yıldızından aldığınız bu bir
çay kaşığı çekirdek örneği, dünyanın merkezine çekilir.
Dünya'nın yoğunluğu, bu cisim için tereyağı gibi
davranır. Cisim, dünyanın içinde gider gelir, dünyanın
içini, tüm katmanlarını delik deşik yapar. Sonra da
kazandığı elektronlar yüzünden de patlar. Özetle,
boşluk, tüm mevcut olasılıkların mümkün olduğu bir
kaostur. Bu öyle bir kaostur ki, tarifi hiçbir dilde
yapılamaz. Tüm olasılıkların mevcut olduğu kaotik bir
süper dinginlik/bilgelik halidir. Evrendeki tüm
atomların tek tek nerede olduklarını aynı anda
bilmektir. İnsan olarak biz, böyle bir tümel akla
imkânsız der işin içinden çıkarız. Boşluk kısaca, Mutlak
Bilinçtir, Evrensel Zeka'dır, Mutlak Yaradan'dır.
Allah'tır. O yüzden 99 adı vardır. 99 ada ait 99 değişik
özelliği okuyup öğrenerek, O'nu anlamaya, öğrenmeye
çalışırlar.
Tanrı mı, Allah mı demek doğru?
Tanrı
ve Tanrıça gibi isimler var. Tanrılar, Tanrıçalar
diyebiliyoruz. Ama Allah bir tanedir, tektir. O yüzden,
tabii ki Allah demek doğrusudur. Allah, Tümel Akıldır,
Mutlak Bilinçtir, Evrensel Zeka'dır, Mutlak Yaradan'dır.
Latince Deus, Fince Jumala, İbranice
Yhvh, Yunanca Theos, Mısır'da Amun,
Sümer'de Jabe, Asur'da Adad, Japoncada
Kami, Çincede Tien, Almancada Gott,
İngilizcede God, Fransızcada Dieu,
İtalyancada Dio, Öztürkçe'de Tengri,
Türkçede Tanrı, Arapçada Allah'tır.
Evrenin başlangıcı, Big Bang hakkında
söyleyecekleriniz?
Bizim
Büyük Patlama, sonsuz sayıda büyük patlamadan sadece
birisidir. Ne ilkidir, ne sonuncusudur. Her bir boyut,
basit anlatımla bir enerji titreşim seviyesidir
demiştik. Bizim sevgili evrenimiz yaratılmadan önce, 5.
boyuttan itibaren 4., 3., 2. ve 1. boyut yoktu.
Bizimkinden önceki sonsuz büyük patlamanın oluşturduğu
evrenlerin kendi 4.,3.,2. ve 1. alt boyutları tabii ki
vardı. Ama konu bizim evren ve bizim 3. boyutumuz olunca
sanki diğerlerinden farklı, özel bir boyutmuş gibi
düşünmeyin. Şimdi, bizim evren yok iken, başka evrenler
mevcuttu. Evrenden öte ne var diye merak edenler,
bizimkinden önce yaratılmış sonsuz tane evren zaten
mevcuttu/vardı diyebiliriz ki bunlar şu anda da varlar
ve yenileri an ve an yaratılmakta. Bizim evren
yaratılmaya karar verilince, Yaradan ve melekleri
tarafından 6. boyuttaki fiziksel enerji, 3. boyuta
indirgenince bu enerji maddeleşti. Aslında, karanlık
olan bu enerji, gözle algılanamayacak bir enerji topu
halinde maddeleşti/fizikselleşti. Bu simsiyah benek, ilk
başta zifir karanlıkta tamamen sessiz bir şekilde
infilâk ederek evrenimizi meydana getirecek
parçacıkları, bu parçacıkların var olabileceği eterik
boşluğu, oluşturdu/başlattı. Patlamanın ışığı, insan
gözünün algılayabileceği ışık tayfının dışında
olduğundan, patlamanın insan gözü için algılanamaz
olacağını da söyleyelim. Yani, patlama tamamen karanlık
bir ortamda, ışıksız bir patlama idi insan gözü için.
Yani, televizyonda belgesellerde gösterilen, müthiş
gürültü ve göz kamaştırıcı patlamalarla gösterilen Big
Bang, aslında karanlıkta ve tamamen sessiz bir şekilde
infilâk etmiştir. Tamamen zifir karanlıkta, insan
gözünün göremeyeceği enerji tayfının ötesinde, sessiz
bir şekilde, karanlık olarak ilk evren infilâk
ettiğinde, karanlık madde, karanlık enerji, madde, zaman
ve eter oluştu. Tüm bu oluşumlar karanlık evrende etrafa
dağılarak ilkel evreninin yapı taşlarını ve dokusunu
yarattı. Bu patlamadan yaklaşık 400 bin yıl kadar sonra
ise, ikinci bir (yine karanlıktaki) patlama
diyebileceğimiz şekilde, evreni dolduracak fotonlar her
yana dağılmaya başladı. Bu ikinci dağılmanın/patlamanın
yankısını biz bugün modern astronomide büyük çatırtı
denen arka-plan radyasyonu olarak isimlendiriliyoruz.
Güçlü radyo-teleskoplarımızı evrenimizde nereye
doğrultursak doğrultalım, Kozmik Mikrodalga Arkaplan
Işınımı da denen, 1,9 mm dalga boyundaki bu sesi, her
yerden aynı güçte bugün dahi duymaktayız.
Bu
arada, hidrojen gazı bir türlü bir araya gelerek
sıkışamıyor ve ilk güneşlerin oluşumu sağlanmıyordu.
Karanlık enerji negatif, itici özellikte olduğundan
gazların bir araya gelerek yoğunlaşmasını sağladı.
Çekici, toplayıcı pozitif özellikteki karanlık maddenin
de desteğiyle uzaydaki gazlar bir araya gelip
toplanmaya, sıkışarak ilk galaksilerin, güneşlerin
oluşmalarını sağladı. Yaklaşık 100 milyon yıl kadar
evreni oluşturan parçalar birbirlerinden uzaklaşmaya
devam etti ve evren de genişledi. 100 milyon yıl sonra
ise, bizim gözümüzle görebileceğimiz ışık oluşmuş, ilk
dev güneşler parlamıştır. Belgesellerde gösterilen o
dramatik ve çok renkli patlamadan oldukça farklı değil
mi? Bu kısa ömürlü dev güneşlerin patlamalarıyla, daha
ufak güneşler oluşmuştur. Kısaca, bizim evrenimiz, 6.
boyuttaki özel bir bölgenin enerjisinin
indirgenmesiyle/titreşim seviyesinin düşürülmesi sonucu
meydana gelen enerjinin maddeye dönüşme patlamasıyla
yaratıldı. Aynen bizimkinden önceki diğer pek çok
evrenler gibi. Ondan sonrasını biliyoruz: Evrende en bol
bulunan hidrojen atomundan helyum, daha sonra değişik
boylarda ve ömürdeki Güneş'ler ve diğer bildiğimiz
maddeler de nova patlamalarından meydana geldi.
Periyotlar cetvelimizdeki elementlerin oluşumu değişik
büyüklükteki pek çok yıldızın çekirdeklerinde sıkışa
sıkışa meydana geldi. Bu değişik büyüklükteki yıldızlar,
çeşitli şekillerde kimisi büyük kimisi daha ufak
patlayarak süper ya da hipernova şeklinde tüm bu ilk
oluşum maddesini çok uzaklara, değişik tipteki
galaksileri oluşturacak şekilde dağıttı. Süper ve
hipernovalar bir süre sonra yine patlayarak elementleri
ve diğer her türlü maddeyi çok uzaklara gönderirken,
patlamanın şiddetiyle bunlar içe çökerek, bazıları
evrenin olmazsa olmaz nötron yıldızlarını ve diğerleri
de, değişik büyüklükte ve ömürlere sahip kara ve beyaz
delikleri oluşturdular. Milyarlarca yıl süren olaylarla
etrafa saçılan patlamış güneşlerin materyalleri, tozlar
ve gazlar halindeki elementler, kütle çekimle bir araya
gelerek zamanla yeni güneşleri ve gezegenlerini
oluşturdu. Bu gezegenlerde milyarlarca yıl süren
volkanik aktivitelerin gezegen yüzeyini şekillendirmesi
ve uzaydan milyarlarca yıl yağan göktaşlarının getirdiği
su/buz gibi malzemeyle, denizler ve bu denizlerde ilk
canlılar oluştu. Deniz suyunun pH'ı ile damarlarımızdaki
kanın pH'ı 7.3'tür, aynıdır ve canlılık bakımından
ikisini de bugün en modern teknolojiyle
üretemiyoruz/yapamıyoruz. Bugün, bir zamanlar uzaklarda
patlayan bir süpernovanın, demir başta olmak üzere
yaratıp etrafa saçtığı pek çok maddeden oluşan biz
insanlar, bu mekanizmaları anlayabilmek için, parçacık
çarpıştırıcıları inşa edip, atom altı parçacıklarını
görüp, anlamaya çalışarak, yaradılışı, evrenin
işleyişini anlamaya çalışıyoruz. Süpernova
patlamalarının sağladığı bu demir, bitkilerin güneşi
kullanarak klorofil sayesinde fotosentez
yapmasını ve oksijen ve suyun üretimini; insanlarda
hemoglobin sayesinde, bitkilerin üretiği bu
oksijenin kullanımını/kanda dokulara taşınımını sağladı.
Evrenin oluşumunun ilk başında meydana gelen karanlık
madde ve karanlık enerjinin miktarı ise sandığımızdan
fazladır. Tüm evrendeki maddenin %70'inden fazlası
aslında karanlık madde ve karanlık enerjidir. İleride
negatif enerjiyi (karanlık enerjiyi) kullanabilmeyi
becerdiğimizde, ancak o zaman küçük yapay karadelikler
yapabilecek ve bu ikisinin sağladığı muazzam ve atıksız
enerjiyle medeniyetimiz yükselecek, filmlerdeki gibi
yerçekimine karşı havada duran ulaşım araçları, uzak
galaksilere gidebilecek yapay yerçekimli uzay gemileri
ve yapay yerçekimli istasyonlar yapabileceğiz.
Yaradan, bu kadar çok boyutu neden
yaratmıştır?
Bazı
olayların meydana gelmesi için oldukça uzun süreler
gerekmekte. Ayrıca, yine bazı olayların meydana gelmesi
olasılığı çok çok düşük. Tüm yaratılan sonsuz
evrenlerdeki herşeyi görme/farkında olma durumundadır
demiştik Yaradan için. Yani, bir olayın meydana gelişi
için, şu galaksideki, şu yıldızın yörüngesindeki şu
gezegendeki belli olayların belli bir sırada gidişini
beklemez. Zaten, zamandan bağımsız bir konumda. Şöyle
anlatalım: Elimizde 100 kadar bozuk para var. Hepsini
aynı anda yere attığımızda, hepsinin aynı anda tura
gelme olasılığı nedir? Kaç defa atarsak hepsi tura
gelir? Medeniyet kurabilecek zeka seviyesine gelinmesi
için, kaç güneş ve gezegen sistemi gerekir? Fiziksel bir
yaşam formu, kaç değişik şekilde oluşturulabilir?
Böcekleri, hayvanları bir tarafa bırakırsak, zeka
sahibi, düşünen ve yeni buluşlar icad eden bir canlı,
kaç değişik fiziksel görünümde, kaç değişik fiziksel
özelliklerde olabilir? Ayrıca, bir galaksi, bir güneş,
bir karadelik, kaç değişik özellikte ve büyüklükte
olabilir? Bu saydıklarımızdan bazıları o kadar nadirdir
ki, oluşması olasılığı çok düşüktür. Canlı olsun, cansız
olsun, ortaya çıkmaları çok çok nadir olan bazı
olayların, değişik yeteneklerdeki varlıkların meydana
gelebilmesi için bir evrenden fazlasına ihtiyaç var.
Ayrıca, burada tarif etmesi çok zor bir konu olan, 3.
boyutta zamanın çatallaşarak sonsuz olasılığa ayrılıp
durması konusu var. Tüm bu sebeplerden dolayı, sonsuz
evren yaratılmıştır ve her an yaratılagelmektedir.
Dünyadaki doğum öncesi yaşamımız hakkında
söyleyecekleriniz?
12.
boyutta bulunan bizler/kaynak
ruhlar/süperbilinçler/özbenlikler, istedikleri takdirde
3. boyutta doğmayı, bedenlenmeyi özgürce isteyebilir.
Bunlar sabırsızlıkla doğumlarını beklemektedirler. Bu
tıpkı bizim bu dünyada bebek olarak doğmadan önceki
(yaşarken hatırlayamadığımız) sabırsızlığımıza benzer.
Fakat tüm gerçeklik, doğduğumuz anda bize unutturulur.
Unutturma işi, biz doğmadan önce bize bildirilir. Bu,
bir kontrattır, anlaşmadır. Herşeyi önceden biz özgür
seçimimizle seçeriz, onaylarız. Dünyaya bebek olarak
doğmadan önce, ailemizi, cinsiyetimizi, kaderimizi
belirleriz. Nasıl bir hayat yaşayacağımızı, ne
zaman/nasıl öleceğimizi, ölümden sonra 4. boyuttaki
arafta geçireceğimiz zamanı, burada yaşanacak
tecrübeleri kendimiz önceden belirleriz, taa ki
özbenlikle bir oluncaya kadar ki zaman boyunca
yapacaklarımızı önceden seçeriz. Sonra da zamanı gelince
de doğarız. Doğduğumuz andan itibaren yasa ve kontrat
gereği tüm bunları unuturuz, ta ki ölünceye (fiziksel
bedenimizle olan bağımızı yitirinceye) kadar. Dünya
denen 3. boyuttaki enerji seviyesindeki, tamamen
hayâlden ve illüzyondan ibaret, mucizevi altın oran
mimarisi sayesinde, herşeyin gerçek gibi göründüğü,
entegrasyondan bihaber, koşulsuz sevgiden bihaber
fiziksel hayatımıza, doğar doğmaz, şartlanmalarla
harmanlanarak/formatlanarak başlarız. Sadece uyurken,
fiziksel dünyadaki hayâl aleminden sıyrılıp, asıl
gerçeğe/gerçekliğe döneriz. Ruhumuz astral boyutta
gezerken tüm eskiyi, doğumumuzu,
kontratımız/seçimlerimizi hatırlarız/biliriz. Bu
(astral) boyutta yaşananlar tamamen gerçektir. 3.
boyuttaki kısıtlı (fiziksel) dünya yaşamımızda
(uyanıkken) gözümüzle gördüğümüz etrafımızdaki renkler,
aslında çok geniş bir renk spektrumunda, oldukça dar bir
bölgededir. 3. boyutta kulaklarımızla duyduğumuz sesler
de, geniş bir ses spektrumunda oldukça dar bir
bölgededir. Bu spektrum/tayf içinde biz, var olanın
%1'inden de azını görebilir ve duyabiliriz. Bu bilerek
kasıtlı olarak (Yaratıcı tarafından) tasarlanmıştır.
Yarasaların yüksek, balinaların düşük frekanstaki
seslerini duymak, dünyada zaten sıkıntılı geçen kısacık
yaşamımızda bize bir şey kazandırmaz. Mor-ötesini ve
kızıl-ötesini görebilmek yine bize yaşamımızda bir fayda
sağlamaz. Hatta, tüm bu spektrumları her an
duymak/hissetmek, dünyadaki yaşamımızı dayanılmaz bir
işkence haline sokar. Günlük hayatta hiçbir iş yapamaz
hale gelir, çıldırırız. İşte, uyku halinde, yani
fiziksel bedenimiz rüyâ görürken, asıl
benliğimiz/bilincimiz astral alemde tüm bu
kısıtlamalardan bağımsızdır. Işık spektrumunun tamamını
görür, ses spektrumunun tamamını hatta ötesini duyar. O
yüzden, rüyâlarımızdaki olaylar çok renkli ve çok
seslidir. O yüzden, uyanıkken günboyu %10'unu ancak
kullandığımız beynimizin faaliyeti, uyurken REM uykusu
sırasında %90'ları geçer. Çünkü beyin, çok daha zengin
ses, renk ve diğer algılamalarla astral boyutta türlü
türlü faaliyetler, tecrübeler geçirir. Yani, biz uyurken
beynimizde, uyanık halimizdekine nazaran, daha fazla
veri işlenir. Uyandığımızda ise, biz bu yaşananların
çoğunu hatırlayamayız. Çünkü, uykusundan uyanan bizim
sevgili beynimiz, dünyada alışık olduğu ses ve renk
spektrumunun dışındaki, daha zengin ses ve renkler ve
diğer algılara anlam veremez. Koşulsuz sevgiden bihaber
bizler, astral alemde koşulsuz sevginin tam kaynağında
türlü işler/görevler yaparız, tecrübeler geçiririz.
Peki, uykuda gördüklerimizi hatırlamak mümkün müdür?
Evet. Biz uykudayken yaşanan bu çok renkli, çok sesli,
yüksek boyutlarda yaşanan deneyimleri ve hatıraları,
uyanınca hatırlamak tabii ki mümkündür. Hatta, daha
ileri gidersek, kendimizi eğiterek, uyurken bilinçli
olarak rüyâ bile görebiliriz. Yani, rüyâlârımızı
yönetebilir hale gelebiliriz. Buna astral seyâhat
denir. Dedik ki, biz uyurken aslında astral alemdeyiz.
Uyanınca da bunların çoğunu hatırlayamıyoruz. Sebebi de,
beynimizin hem astral alem hem de fiziksel dünyada,
farklı zamanlarda çalışmasındandır. O yüzden uyandığımız
zamanki bilinçli halimizle, rüyâmızda gördüklerimize
mantıklı açıklamalar yapamaz hale geliriz. Fakat, astral
alemde yaşananlara, biz uyandıktan sonra, beynimiz yine
de bazı sembolik anlamlar yüklemeyi herşeye rağmen bir
şekilde başarır. İşte bu uyanınca hatırlanan sembolik
kavramlar, beynimiz tarafından
dönüştürülen/anlamlandırılan spektrum ötesi
algılar/fiziksel dünya ötesi kavramlar/ruhsal tecrübeler
olup, bu deneyimler/semboller rüyâ yorumcularının iş
sahasına girer. Türlü şarlatanlar bu yoldan epey para
kazansalar da, bazı medyumlar bunlardan zaten haberdar
olduğundan, bu bilgileri (kişinin hastalıklarının
iyileşmesine yardımcı olmak üzere) karşılıksız olarak
kullanırlar. Basitçe tekrar söylemek gerekirse, uyurken
gördüğümüz şeyler gerçektir. Ama bunların çok azını
hatırlarız. Hatırlayamamamızın sebebi ise, rüyâ görürken
algılanan zengin duyuların karşılıklarının şu an
yaşamayı seçtiğimiz fiziksel dünyada olmamasıdır.
Beynimiz, fiziksel illüzyondan ibaret dünyadaki
yaşamımızda, rüyâda yaşananların tamamını silmez,
fiziksel dünyadaki karşılıklarıyla bu yaşananları
hatırlanabildiği kadarıyla anlamlandırmaya çalışır.
Uyanınca aklımızda kalanlar kediler, balıklar, uçma
deneyimi vs. türlü çeşit birbiriyle alâkasız şeylerdir.
Medeniyetten uzak kalmış toplumların gökyüzünde ilk defa
gördükleri uçağa hemen "kuş" demeyi seçmeleri
gibi, uykuda gördüklerimiz, uyanınca beynimiz tarafından
daha anlaşılır, daha basit bir kalıba uydurulur. Rüyâda
gerçekte görülenler/yaşananlar bu hatırlananlardan kat
kat fazladır ve zengindir. Zaten uyandıktan bir süre
sonra beyin yapısı gereği, bilincin (yani bizim)
anlamlandırmaya uğraştığı astral alemdeki yaşananları
bir yerlere (ruhumuzdaki kişisel kayıtlara, yani
auramıza) saklayıverir. Sonra hiç ummadığımız bir anda,
belki on yıllar sonra, bu rüyâdaki bir detay aklımıza
çağrışımla geliverir, buna kendimiz de şaşarız. Bilinçli
halimiz astral alemde yaşananları unutuyor görünse de,
aslında bunlar fiziksel olmayan astral bedenimizde
saklanır. Meditasyonla, normalde hatırlayamadığımız bu
anılara ulaşmak bireysel olarak mümkündür. Ayrıca, bir
başkasını transa sokarak, hipnozla bu bilgileri almak da
mümkündür. Hipnoz aslında karşımızdaki insanın beynini
uyutarak/kullanarak, onun fiziksel olmayan bedenlerinde
kayıtlı anıları ve bilgileri almaktır. Hipnozla
korkularının kaynağını, fiziksel dünyadaki sorunların
sebeplerini bulmak mümkündür. Hipnozdaki birisi asla
yalan söyleyemeyeceği için, ondan fiziksel dünyadaki
yaşananlarla ilgili doğru bilgileri de almak mümkündür.
Bilinçsizlik hali olan hipnoz sırasında, kişiyi kötü
alışkanlıklarından kurtarabilir, beynini baştan
formatlayabilirsiniz. Hipnoz çok ciddi bir iştir ve
deneyim gerektirir. Deneyimsiz birisi çok zarar verici
şeyler yapabilir. Sonuca gelirsek, bilinç dediğimiz şey,
çevremizin ve kendimizin farkında olduğumuzun farkında
olmamızdır. Özbenliğimizi bilinçli rüyâ görme konusunda
haberdar etmek mümkündür. Bununla ilgili yapılacak şey,
çok basittir. Bir kağıda ne istediğinizi konsantre
olarak (yoğun olarak düşünerek) yazıp, yastığınızın
altına koyup öyle uyuyun. Rüyâsını görmek istediğiniz
konuyu farklı bir şey düşünmeden, en az 7 saniye
düşünmelisiniz. İlk başlarda niyet edilen konunun
rüyâsının görülmesi konusunda zorlanılması olasıdır.
Niyetinizle ve iradenizle bunu başarmak mümkündür.
Özbenliğinizle, hayâl alemindeki benliğiniz (dünyadaki
siz) iletişime geçtiğinde, aradaki iletişim
kuvvetlendiğinde, bambaşka biri olacağımıza eminiz.
İkisi de sizsiniz. Özbenlik başka boyutta, her türlü
kısıtlamalardan uzakta rahat bir yerde, siz ise dünyada
doğmuş, insan bedenine bürünmüş bir hayâl
yaşamaktasınız. Uyurken, özbenlikle bir olursunuz.
Uyurken, bilinciniz fiziksel dünyanın kısıtlamalarından
kurtularak, astral aleme geçer. Çünkü, ruhunuzun buna
ihtiyacınız vardır. Buna karşılık olarak, özbenliğinizin
de, insan formundaki size ve sizin 3. boyuttaki bu
dünyadaki kısıtlı duyulardan ibaret
yaşamınıza/tecrübelerinize tartışmasız ihtiyacı vardır.
Kendini öldürenlerin duyduğu en büyük pişmanlık, dünya
yaşamından geriye dönüşü olmayan şekilde kopma
farkındalığıdır. Fizikselliği yitirme şeklinde yapılan
hatanın büyüklüğü o kadar büyüktür ki, bunun ruhsal
alemde üstesinden giderilme işi çok uzun sürer.
Kelimelerle ifade edilemeyecek kadar büyük bir
pişmanlıktır diyelim. Dünya yaşamı çok çok önemlidir. O
kadar önemlidir ki, bunun önemini burada anlatmaya
kalksak sayfalar yetmez. Amacınız, ölmeden dünyadaki
fizikselliği dolu dolu yaşamanızdır. Kışı yaşarken yazın
gelmesini beklemek değildir yaşam... kışı doyasıya
yaşamaktır. Yaz gelince de kışın gelmesini beklemek
değildir yaşam, yazı dolu dolu yaşamaktır. An'ın keyfini
çıkarın.
Neden sıkıntılı dünya yaşamını insan
olarak yaşamayı kendimiz seçiyoruz?
Özbenliğimiz üst boyutta, 12. boyutta bir süperpozisyon
durumunda. Zamandan bağımsız, sıkıntısı, tasası,
hastalığı vs. yok. Ölümsüz. Fiziksel bir bedeni yok.
Fiziksel hiç bir organı, fiziksel bir vücudu yok. Göz,
kulak vs olmayınca görme, duyma, konuşma ve diğer hisler
yok. Soğuk, sıcak, aydınlık, karanlık bulunduğu yerde
yok. Yeme içme, uyuma ihtiyacı yok. Boyutlar arasında
gidip gelebiliyor. Zamandan bağımsız olduğundan bize
göre yaşam süresi sonsuz. Şimdi durumu anlamaya
çalışalım. Dünya'da 80 yıl gibi kısıtlı bir yaşam
süremiz var. İnsanın bakış açısından olaya bakarsak,
diyelim ki şu anki sizin yaşam süreniz 1000 yıl (bin
yıl) olsun. Tam bin yıl yaşayacaksınız. Bir düşünün.
150-200 yüzyıl sonra kesinlikle çok tecrübeli, bilge
birisi olup çıkarsınız dünya yaşamında. 300 yaşlarına
geldiğinizde epey zengin olur, fakat uzun yaşamınızdan
sıkılmaya başlarsınız. Neden? Çünkü tüm sevdikleriniz
ölmüştür. Her seferinde tüm ilişkileri, muhabbetleri
yeni baştan yaşamak sıkıcı gelir. Sadece sizin değil,
dünyadaki herkesin ömrü 1000 yıl uzatılsa, dünyada
herkes stres ve sıkıntıdan ya kendini, ya da birbirini
öldürür duruma gelirdi. Demek ki fiziksel hayatta çok
uzun yaşam süresi insanın ruhsal gelişimi için uygun
değil. Peki, yaşam süresini 1 milyon yıl yapalım. Siz, 1
milyon yıl gibi bir yaşam süreniz olsun ister miydiniz?
İçten cevap verin? Dinozorların yaşadığı ve öldüğü çağın
üzerinden 65 milyon yıl geçti. Kendileri 150-200 milyon
yıl dünyada hüküm sürdüler, yaşadılar. 4,5 milyar
yaşındaki dünyamıza göre dünya üzerinden onların ortaya
çıkışları ve ortadan kalkışları, göz açıp kapayıncaya
kadar kısa bir süre demektir. Şimdi, zamandan bağımsız
bir durumdaki, üst alemdeki özbenliğinizden bahsedelim.
Fiziksel bir boyutta değil, fiziksellik onun bulunduğu
boyuta göre çok çok ilkel ve aşağı seviyede bir durum.
Üstelik, ona göre fiziksellik yok hükmünde. Yani, zaten
ona göre de 3. boyut bir illüzyon, hayâl, bir rüyâ. Bunu
iyi biliyor. Süperbilinç durumundaki özbenliğinizin
soğuk, sıcak, karanlık, aydınlık gibi hisleri yok. Bizim
insan formunda burnumuzla aldığımız koku duyusu da yok.
Fiziksel olarak göz, kulak, dil vs. olmadığından,
fiziksel olarak bir görme, tatma, işitme, dokunma vs
mevcut hisler yok. Bir süper saf sevgi boyutunda
olduğundan ölüm dahil, hiç bir şeyden korkusu da yok.
Sonsuz bir güven ortamında pek rahat. Özbenliğin,
tamamen fiziksel olan 3. boyutta insan olarak bir hayatı
yaşamayı seçmeyi, kendi özgür seçimiyle bunu istemesini
anlamanız için, önce onun sonsuz hayata sahip olduğunu
kavramalısınız. Sonsuz bir hayatı insan aklı anlayamaz.
Sonsuz bir süperpozisyonda ise herşeyi deneyimlemek
istersiniz, kendinizi bile! İşte bu yüzden, insan yaşamı
müthiş bir fırsattır. Mutlak Yaratıcı bu yüzden 3. boyut
seviyesini yaratmıştır. Dünya yaşamı bu yüzden vardır.
Mutlak Yaratıcının, Allah'ın, Tek Kaynak'ın sonsuz
boyutlar yaratmasının aslında oldukça mizahî olduğunu
anlaması zordur. Çünkü, sonsuz olanın kendisini sonlu
bir alana yerleştirmesi büyük bir kozmik şakadır.
Özbenliklerin bazısı dünyada insan formunda fazla vakit
geçirmek istemez. Bazısı ise çok uzun yaşamı seçer.
Bazısı defalarca gelip her türlü yaşam şeklini
deneyimlemek ister. Bunu bilince/kavrayınca, annesinden
doğar doğmaz ölen bazı bebeklerin neden öldüklerini
anlarız. Bazı bebekler kaderleri gereği daha doğmadan
annesinin karnında bile ölebilir. Bazıları sakat,
bazıları fakir, bazıları zengin ailelerde doğar. Tamamen
cinsiyetsiz bir formda olan özbenlik, dünyadaki iki
cinsiyetten önce birisini, sonra diğerini yaşamayı
isteyebilir. Seçtiği bir hayatta kadın, diğerinde erkek
olmayı seçebilir. Bir hayatta bir fahişe, diğer bir
hayatta bir kraliçe olmak isteyebilir. Bazen her iki
cinsiyetin bir karışımını yaşamak isteyebilir.
Eşcinselliğe ve biseksüelliğe bu gözle bakarsak, olay
tamamen farklı hale gelir. Hatta, homoseksüel ya da
biseksüellerin, heteroseksüellerden daha yaratıcı,
entellektüel ve yetenekli olmalarının ardında yatan
budur, daha çok bedenlenmiş, daha tecrübelidirler.
Özetle, tüm bu seçimler özgür iradeyle belirlenir.
Özbenlik, doğacağı ailesini, anne babasını,
kardeşlerini, hayat tarzını, cinsiyetini, nasıl
öleceğini vs. yani kaderini kendi seçer. Bunu insan
formundaki sizin anlayamayacağınız müthiş bir sevgi
enerjisi/bilinci seviyesinde yapar ve bu
seçime/seçimlere insan formundaki sizin
anlayamayacağınız müthiş bir sevgi enerjisi yol
göstericiliği tarafından kılavuzluk edilir. Bu safhaları
görüp anlasaydınız, işin büyüklüğünden katıla katıla
ağlar, sevinç gözyaşları dökerdiniz inanın. Aile
dediğimiz kavram bu bakış açısıyla, farklı özbenliklerin
bir şekilde 3. boyutta aynı ailede birlikte yaşam
geçirmeyi seçmesidir. Aile, anne, baba, kardeş gibi
kavramlara bu bakış açısıyla bakarsanız, ailenin
öneminin büyüklüğü daha da artar. Demek ki, Mutlak
Yaradan'ın büyük bir sevgiyle izin verdiği/bahşettiği 3.
boyutu içeren evrenimizde, dünya denen, evrenin
büyüklüğüyle karşılaştırıldığında bir toz zerresinden
bile ufak, yok denecek kadar önemsiz görünen
gezegenimizde, insan olarak doğmayı/rüyâ görmeyi
kendimiz seçiyoruz. Çünkü, korku, karanlık, soğuk, anne
baba sevgisi, türlü hastalıklar, aklınıza gelecek her
türlü hobi, fobi, her türlü eğlence, her türlü sıkıntı
vs. özbenliğin bulunduğu seviyede mevcut değil. İnsan
formunda ise her türlü eğlence, cinsellik, kötü
alışkanlık, her türlü sıkıntı, pis ve güzel kokular,
stres, yargılama, sanat vs. mevcut. Özbenlik seviyesinde
espri, kahkaha, mizah, şaka yok. Sadece espri, gülme ve
kahkaha kavramı olarak ele alındığında bile özbenlik
dünyada insan formunda fiziksel bir yaşama merak duyar.
Hiçbir esprinin, kahkahanın, korkunun, kokunun, temasın
ve fiziksel hissin olmadığı sonsuz yaşamdaki bir bilinç
için, dünya yaşamı işte bu yüzden bir bulunmaz fırsatlar
ülkesidir ve bir mucizedir. Bu çekici fırsatlar ülkesi,
müthiş bir olanaktır. Bu olanak, beyin denen cihaz
sayesinde bize bu fiziksel yaşamda her türlü fiziksel
zevki ve acıyı, illüzyon bile olsa, hayâl bile olsa,
tattırır. Zevk ve acının olmadığı özbenlik seviyesinde,
işte bu yüzden dünyada bir yaşam deneyimlemek
istenebilir. Hiçbir dualitenin olmadığı bir boyutta
bulunan özbenlik, işte bu yüzden kötünün, iyinin,
güzelin, çirkinin, yaşamın iki cinsiyet şeklinde ayrı
yaşandığı bir fiziksel hayata ilgi duyar. Bu seçime
saygı duymayı öğrenmelisiniz. Mutlak Yaradan'ın gözünde
en büyük günâh, mucizevi bir imkân olan dünya yaşamını
boşa geçirmektir. Alkol ve uyuşturucularla beyni
uyuşturmak, hayatın kendisinin deneyimlenmesinin önüne
geçici de olsa perdeler çekeceğinden istenmez. Birisini
öldürmek, başka bir özbenliğin dünyadaki deneyimine son
vereceğinden istenmez. Yaşam denen verilmiş/bahşedilmiş
büyük fırsatı boşa harcamak en büyük israftır. Önünüze
çıkan fırsatlar kaderiniz tarafından belirlenmiştir.
Bunları elinizin tersiyle itmek, bir şeylere kızıp
kendinizi ya da etrafınızdakileri cezalandırmanız
kesinlikle önerilmez. Ayrıca ne kendinizi, ne de
etrafınızdakileri sürekli yargılamamalısınız. Erken ölen
bebekler, sakat doğanlar, bolluk ve refah içinde
yaşayanlar, genetik rahatsızlığı olanlar, akıl
rahatsızlığı olanlar, güzeller ve çirkinler vs. bunları
asla birbirleri ile karşılaştırmayın. Şartlanmış insan
bunların bazılarına kızar, bazılarını anlayamaz,
bazılarını destekler, bazılarını desteklemez. Yani,
birbirlerine göre karşılaştırır ve yargılar. Böyle bir
yargı yapmaya lüzum olmadığını anladınız sanırım. Böyle
yargılamalar yapmakta inat ediyorsanız bilin ki, böyle
sizinkisi gibi yargılayıcı yaşamı da seçen sizsiniz
aslında! Tiyatrodaki rolünüz budur. Erkek ya da kadın,
bu yaşam size verilmiş müthiş bir fırsattır. Bunun
değerini bilin. Hakkını verin. Hayatı doya doya
deneyimleyin ve yaşayın. Etrafınızdaki tüm doğa,
ağaçlar, dağlar, denizler, hayvanlar ve tüm güzellikler
hayâl de olsa, bu hayâl bile (insan gözü için) ne kadar
mükemmel yaratılmıştır değil mi? Dışarı çıkın, içinize
derin bir nefes çekin. Hızlanan kalbinizin atışını
hissedin. Aslında etrafınızdaki gördüğünüz görmediğiniz,
hissettiğiniz hissedemediğiniz herşey ama herşey tek
kelimeyle bir mucize değil midir? Tüm bu dünya
güzelliklerine bakarken, bakan siz de bir mucizesiniz.
Mucizenin içinde bir mucize! Yaşam bir kahkahadır, doya
doya gülün.
Peki ya etrafımızdaki sorunlar, dertler,
hatalar, hastalıklar?
Dünyada hiçbirşey mükemmel değildir diyenlerden misiniz?
İnsan vücudu aslında mükemmel değildir, 13 bin hastalık
vardır diyenlerden misiniz? Unutmayın ki, hastalıklara
sebep olan insanın yaşamındaki seçimleri ve yaşam
tarzıdır. Etrafınızdaki tüm dert, sorun, hastalık ve
Yaradan'ın hatası gibi görünen şeyler, önceden
öngörülmüş şeylerdir ve dünya yaşamında onlara gerek
vardır. Bir insan düşünün. Kendisine hiç bakmıyor, çok
pis kokuyor. Ağzından çıkan ağır kokudan neredeyse
etrafındaki çiçekler solacak! Bu insan ayrıca kötü bir
insan olsun, etrafındakilere zarar veren, hayvan
öldüren, sürekli küfür eden, içki içen, olay çıkartan.
Bu tür insanlara bu dünyada ne gerek var diye
düşündüğünüz olmuş mudur? Unutmayın ki, o kişinin de
aynı sizinkisi gibi bir özbenliği var ve bu tür bir
yaşamı o kendisi seçti. Yaradan da, sizinkisiyle eşdeğer
bir sevgiyle, ona can/hayat verdi. Yaşamını sürdürmesine
O izin veriyor. Yargılayan siz kimsiniz ki? Mutlak
Yaratıcının gözünde onunla siz, her aşamada eşitsiniz.
İkinizi de aynı sevgiyle yarattı. Sizin kaderinizle
onunkisi farklı sadece. Onu pis, kötü diye
yargılayamazsınız. Onu olduğu gibi kabul etmelisiniz.
Dini kitaplarda tüm insanların eşit haklarda, eşit
şekilde yaratıldığı söylenir. Özbenlik seviyesinde
hepimiz eşitiz evet. Dünyadaki ete bürünmüş halimizle
tabii ki eşit değiliz. Zaten eşit olmamamız gerekiyor.
Tüm insanlar aynı kaderi yaşayacak şekilde, dünyada eşit
yaratılsa idi, bu tür bir yaşamın faydası olur muydu?
Tekâmül edebilir miydik? Yükselişe geçebilir miydik?
Dünyadaki farklılık ve çeşitliliğin sebebi budur.
Çeşitlilik ne kadar farklı ve fazla olursa, Yaratıcının
bize bahşettiği dünya yaşamı o kadar mükemmel olacaktır.
Sadece erkeklerden oluşan bir dünya, sadece kadınlardan
oluşan bir dünya, sadece eşcinsellerden oluşan bir
dünya, sadece zenginlerden oluşan bir dünya, sürekli
eğlenceden ibaret bir dünya, sadece çok çalışmaktan
ibaret bir dünya, sadece hastalık, dert, korku ve
işkencelerden oluşan bir dünya, sadece en mükemmel
insanlardan oluşan hastalıksız, uzun yaşamlı bir dünya,
sadece ateistlerden oluşan bir dünya vs. Bunların
hiçbirisi çalışmaz, ileri gidemez, faydasız ve
kısırdırlar. Çeşitliliği ve farklılığı bir hata, hem de
düzeltilmesi gereken bir hata olarak görenler, işte en
büyük hatayı o zaman yapıyor. Çeşitliliği sevin.
Rüyâlarımızda neden koku yok?
Kokusuzdur rüyâlarımız. Nedeni basittir. Günlük
hayatımızda, binlerce sesle, görüntüyle dolu dolu
yaşarken, yüzlerce kokuyla da haşır neşiriz. Bu kokular
direkt olarak, herhangi bir sansüre uğramadan beynimize
ulaşır. Beynimiz, kokuları kaydeder. Bir kokuyu
çocukluğumuzda bir kere duysak, aynı kokuyu belki 40-50
yıl hiç duymasak, sonra bir gün birden bire bu kokuyu
duysak, kokuyu ve kokuyu ilk kokladığımız günü anında
hatırlarız. Kokuyla ilgili beynimizin muazzam bir
hafızası vardır. Koku hissi, görme, duyma, hissetme ve
tatma gibi bizi dış dünyaya bağlayan fiziksel hislerden
birisidir. Bu hislerin tamamı aslında fiziksel bir
impalstır, uyarandır ve vücudumuzun dışında meydana
gelen fiziksel olayların (soğuk, sıcak, ışık, karanlık,
alçak ses, yüksek ses, kokular) sinir hücreleri
aracılığı ile beynimize aktarılıp, bilincimizin bu
uyarıları (daha önceki anılarımızla karşılaştırarak)
birbirlerine göre mukayese edip, farkına varmamızdır.
Fiziksel dünyamız aslında basitçe, ışık, sıcaklık, ses,
koku ve dokunmadan ibarettir. Beynimiz, doğumdan ve
bebekliğimizden itibaren dünyadaki bu dış uyaranları
tanır ve öğrenir. Doğumdan önceki yaşamımızdan
bahsetmiştik. İnsan olarak bu dünyada cinsiyetimizi,
ailemizi ve yaşamımızı kendimiz seçip, sonra da
doğuyoruz demiştik. İşte bu dünyaya doğmadan önceki saf
enerji durumundaki halimiz, ışık, sıcaklık, ses, koku ve
dokunmanın olmadığı bir boyutta idik. Bu boyutta, bizim
dünyadaki insan halimizin anlayıp kavrayamayacağı bir
hayatımız var. Yemenin, içmenin olmadığı, uykunun,
çalışmanın ve para kazanmanın olmadığı, hiç bir
korkunun, hiç bir hastalığın, kötülüğün ve ölümün
olmadığı, bir boyuttur burası. Bu boyutta, bu enerji
seviyesi farkındalığında, fiziksel dünyamızdaki gibi
ses, ışık, koku vs. mevcut değildir. Doğumdan önce
bulunduğumuz bu boyut, içine (kendi isteğimizle)
doğduğumuz insan denen cesedin/vücudun/bedenin yaşarken
duyduğu hislere benzer bir alemdir aslında. Yani,
doğumdan önceki yaşamımızda, dünyadaki fiziksel
yaşamımıza göre daha üstün bir durumdayız. Bu üst
boyutta tüm bilgi alış verişi düşünce hızıyla olur. Bu
üst boyutta daha önce de belirttiğimiz gibi, fiziksel
dünyadaki yaşamdaki gibi kısıtlamalar yoktur. Dünyadaki
kısıtlı yaşamımızda yarasaların seslerini, balinaların
seslerini duymuyoruz, gerek te yok demiştik.
Kızılötesini ve morötesini de görmüyoruz, göremiyoruz
demiştik. İnsan olarak çok kısıtlı dar bir bölgede
duyuyor, görüyoruz. Bunun böyle olması bir acizlik,
teknik hata ya da defo değildir. Bilerek, kasıtlı olarak
böyle tasarlanmıştır. Ne demiştik? Zaten bir sürü
sıkıntılarla dolu kısacık yaşamımızda bir de hiç bir
işimize yaramayan ekstra duyumlara, algılara, hislere
gerek yok demiştik. Rüyâ görürken, tüm bu
kısıtlamalardan kurtuluyoruz demiştik. Çünkü, doğumdan
önceki yaşamımızdaki üst boyutta hiç bir kısıtlamanın
olmadığı bu hayatı yakinen tanımaktayız, bilmekteyiz.
Rüyâ gördüğümüzde aslında çok iyi bildiğimiz bu boyuta
gitmekteyiz. Şimdi, bizim fiziksel hayatımızdaki sesler,
ışık, kokular ve dokunma duyguyu bu boyutta mevcut
değil. Bu boyutta ne var? İnsan beynimizin
kavrayamayacağı hızda telepatiyle aktarılan hisler,
duygular, sevgi ve muazzam paylaşımlar. Bu boyutu bizim
dünyadaki halimizin hayâl edeceği 3 boyutlu ayrı bir
dünya gibi düşünmeyin. Burada zaman yok. Daha doğrusu
lineer olarak akan olayların bir gidiş hali durumu yok.
Yani, başlangıç ve bitiş gibi birşey yok. Herşey aynı
anda başlamış ve bitmiş olarak düşünün. Aslında, tam
olarak, bu boyutta bir başlangıç ve bitiş de yok.
Herşey, o "an" olmakta. Orası, tüm başlangıç ve
bitişlerden oluşan bir çorba. O "an"ın içinde bir
başlangıç ve bitiş yok, bunu aramak da saçma o boyutta.
Yani, muazzam bir kaos var, tüm olasılıkların mümkün
olduğu bir karmaşa. Bu süper kaos durum öyle bir
seviyedeki bunu ifade etmek gerekirse, bu, "süper bir
dinginlik" olarak ifade edilebilir. Bu süper dinginliğin
benliğinde gelecek ve geçmiş yoktur, ikisi bir aradadır.
Burası muazzam bir süper sevgi enerjisi seviyesidir. Bu
seviyenin daha üst seviyeleri de vardır, bu seviyeleri
burada ifade etmek imkânsızdır. Rüyâ gördüğümüz anda,
hiç bir sınırın ve kısıtlamanın olmadığı bu bölgeye
geliriz. Bu bölgede yalnız değiliz. Rüyâ görürken burada
türlü işler yapar, türlü muhabbetler kurar, türlü
iletişimlere geçeriz. Beynimizin uyanıkkenki halinin
kavrayamayacağı hızda bilgi alış verişinde bulunuruz.
Uyandığımızda ise bunların çoğunu hatırlamayız. Çünkü,
beynimiz bu tecrübeleri anlamlandıramaz. Neden? Çünkü,
beynimiz doğumdan itibaren fiziksel dünyaya göre
formatlanmıştır. Fiziksel dünyaya göre düşünür beynimiz.
Üst boyutta, fiziksel dünyadaki gibi bir koku
olmadığından, rüyâlarımız kokusuzdur. Aynı şekilde, rüyâ
görürken gördüğümüz yeşilin parlaklığının karşılığı,
dünyada mevcut değildir. Rüyâ görürken paylaştığımız bir
sevginin seviyesinin karşılığı da dünyada mevcut
değildir. Tüm bu fiziksel dünyada beynimizin karşılığını
bulamadığı renkler, sesler, görüntüler uyanınca
silikleşir ve sonra da unuttuğumuzu sanarız. Aynı rüyâyı
20 yıl sonra gördüğümüzde ise unutulan bu rüyâyı
hatırlarız, bazen de rüyâyı tam görürken hatırladığımızı
farkederiz. Kimdir bu farkeden farkedici? Tüm bu
hatıralar fiziksel olmayan bedenimize, auramıza işlenir.
Yani, dünya yaşamımızda geçici olarak kullandığımız
fiziksel bedenimize yapışık durumdaki auramızda
kayıtlıdır/kayıtlanır herşey. Fiziksel yaşamımızda
geçirdiğimiz tüm tecrübeler, geçirdiğimiz hastalıklar,
yaptığımız kötülükler ve iyilikler, bizi biz yapan
herşey, kişisel akaşik kayıtlar şeklinde auramızdaki bir
katmana kaydedilir.
Aura ve ölüm sonrası hakkında bilgi verir
misiniz?
Aura,
çıplak gözle görülmesi zor, soğan gibi iç içe enerji
katmanlarıdır. Auramız, dünyada uyanıkken bilincimizin
kontrol edemediği, rüyâ halinde ise bilincimizin kontrol
edebildiği bir kapsüldür/katmandır/iç içe geçmiş enerji
seviyeleridir. Dış dünyayı, etrafımızı balon gibi saran,
şeffaf auramızın içinden görürüz. Aura
katmanları, fiziksel bedenimizdeki çakralarla sürekli
ilişki halindedir. Auranın kirlian fotoğraf tekniğiyle
fotoğrafı çekilebilir. Google'dan en basitçe "kirlian
photography aura" anahtar kelimeleriyle aratın. Eğitimle
ve irade ile çıplak gözle kendinizinki ve başkalarınki,
canlı cansız herşeyinki görülebilir. Aura, fiziksel
bedenimizin, üst boyuta açılan kapısıdır. Auranın bir
katmanı ise bir ekrandır. Hayâl ettiğimiz ya da aklımıza
gelen bir olay gözümüzün önüne gelir ya, aslında
bilincimiz, fiziksel bedenimizin hemen dışındaki auranın
bir katmanını perde ya da ekran olarak kullanarak,
görüntüyü bize projeksiyon yaparmış gibi bize izletir.
Fiziksel dünyadaki insan olarak biz de bunu gözümüzün
önündeki bir görüntü olarak görürüz. Dışarıdan o anda
bizi izleyen birisi, bizim gözümüzün dalıp gittiğini
düşünür. O anda gözlere dikkatli bakarsak, odak noktası
çoğunlukla sonsuzdur. Auranın katmanındaki görüntü
projeksiyonunu gören ise gözlerimiz değil,
bilincimizdir. Bilincimiz auranın bir katmanını ekran
olarak kullanarak görüntüyü izlerken/hayâl ederken,
beyinle irtibat halindeki gözlerimiz ise açık durumda
sonsuza bakar. Gözlerimizi kapatarak hayâl etmeyi
denediğimizde ise, görüntü yine aurada oluşturulur
fakat, gözler kapalı olduğundan hayâl etmeye devamda
zorlanırız. Uyku durumunda gözler kapalıdır. Aura ise
uyku durumunda fiziksel bedenimizin her zamanki gibi
etrafındadır. Uykunun ilk safhalarında, aura katmanını
kullanarak, beyin hayâller görür, o gün yaşadıklarını
tekrar yaşar. Elde edemediği, özlediği bir objeyi,
hayvanı, insanı hayâl eder. Uyku durumunun ilk
başlarında hemen üst boyuttaki süper bilinç durumuna
gitmiyoruz. Önce beynimiz, aura projeksiyonları yaparak,
hayâl görerek biraz zaman geçirir. Fiziksel dünyadaki
özlemler, korkular ve yaşananlarla ilgili auraya
yansıtılan, bilincin bu ekrandan gördüğü görüntülerle
bir süre avunulur/vakit geçirilir. Beyin, bir sonraki
gün için vücudu dinlendirmek adına, birçok sinir
merkezini kapatır, işlevleri yavaşlatır. Uyku durumu
ilerleyince REM denen aşamaya geçilir. Bu aşamada artık
aura ekranı kullanılarak hayâl etmeye son verilir.
Ekrana ihtiyaç yoktur. Bilinç, kendisi, direkt olarak
üst boyuttakileri "görmeye" başlar. Burada fiziksel bir
"göz" görmez buradakileri. Gören, bilinçtir. Görme olayı
ise, direkt olayın içinde, olarak farkına varılarak
yapılır. Direkt üst boyutla bir olarak, tek vücut
olarak, birleşerek, görme olayı, değişik bir farkındalık
seviyesiyle yapılır. Bu üst boyuttaki görme olayını,
fiziksel dünyadaki görme olayı olarak düşünmemek
gerekir. Çünkü, bu üst boyuta fiziksel beynimizle,
vücudumuzla gelmiyoruz. Üst boyuta bir kapıdan
girmiyoruz. 3 boyutlu, altı, üstü olmayan, XYZ
koordinatlarıyla tanımlanamayan, zamandan bağımsız bir
"yer". Buraya "yer" demek zorunda kalmak bile içinden
çıkılmaz bir şey aslında. Fiziksel dünyanın dili ile ne
buraya "geliyoruz" ne de burası bir "yer". Gelinen bu
yer aslında fiziksel dünyada biz yaşarken her daim
içinde olduğumuz bir "yer", fakat farkında değiliz (okyanustaki
su damlası). Zaten, farkında da olmamamız
gerekmekte. Astral seyâhat yapanların bazıları buraya
"gelebilir". Yani, bu boyuta bilinçli olarak rüyâ görme
durumundaki gibi bir halde gelmek mümkündür. Astral
seyâhate başlama denemelerindeki en büyük sorun, ilk
başlarda kendimizi astral seyâhat yapıyoruz diye kendi
hayâl alemimizde gezinmektir. Astral alemde gezdiğimizi
sanırız, aslında o yarı uykulu halde gördüğümüz herşey
bilincimizin, hayâlgücümüzün yarattığı ve auramızın
ekranından yansıyan bilinçli hayâl görmedir. Astral
seyâhat yapmaya başlayanların ilk handikapı budur.
Diğeri de uyuyup, kalmadır. Asıl astral alemde gezinmeyi
öğrenmek, epey zaman ister. Astral seyâhat denemelerinde
başlarda, kendinizi titreşir bir halde hissederseniz,
doğru yoldasınız demektir. Bu sürekli çok tatlı
dalgalanma halindeki titreşim durumuna alışmanız
gerekmekte. Astral seyâhat denemelerindeki, astral
dalgalanma denen bu titreşim haline alıştıktan sonra
ise, bir sonraki aşamaya geçersiniz. Bedenden ayrılış.
Yapacağınız tüm seyâhat boyunca, o dalgalanma sürekli
mevcuttur. Bir süre sonra artık o titreşimi benimser ve
alışırsınız. Seyâhatte nereye giderseniz gidin, fiziksel
bedeninize parlak gümüş rengi bir kordonla
bağlantılısınızdır. Seyyalevi bağ denen bu kordonun
kendisi de titreşim halindedir. İlk tecrübelerde "bana
ne oldu?" ya da "ben ne oldum?" deyip aniden
uyandığınızda, bedeninize sert bir şekilde geri
girersiniz/dönersiniz. Sonuç, kötü bir baş ağrısıdır.
Astral dalgalanmaya alışıp, etrafınıza bakmaya çalışın.
Hemen çok ciddi kararlar alıp, uzaklara gitmeye
çalışmayın. Adım adım ilerleyin. Astral seyâhat
teknikleri ile İnternet'te ve kitapçılarda çok bol
kaynak var. Alın okuyun. Şimdi gelelim ölüm sonrasına.
Öldüğümüzde, fiziksel bedenimizle astral bedenimiz
arasındaki tek bağ olan gümüşi seyyalevi bağ kopar. İlk
yaptığımız, astral bedenimizin içinde hayâl görmektir.
Bu hayâl görme olayı, yaşarkenki (astral bedendeki
perdeyi kullanma olayından) hayâl görmeden epey
farklıdır ve gerçek gibidir. İlk önce bilinç, ölüm
sonrası, yeni durumla ilgili olarak şaşkınlık,
yaptıkları ve yapamadıklarıyla ilgili büyük bir
pişmanlık safhasına girer. Pişmanlığın sebebi ise,
auraya kayıtlı kişisel akaşik kayıtların hepsine anında
ulaşım ve yüzleşmedir. Bu kayıtlarda, unuttuğu, zor
hatırladığı ve aklından hiç çıkmayan kötülükleri ve
geçirdiği güzel anların, anıların farkına varır. Tüm
hayatı gözleri önündedir. Fakat, insanlar öldükten sonra
bilinçlerinin gördükleri, yaşadıkları pişmanlıklar
farklı farklıdır, kişiseldir. Burası, biz hayatta iken
yoğun olarak okunan kitapların içerikleriyle, seyredilen
filmlerle ve yaşam tarzımızla ilgili olarak
beklentilerimizden ibaret, geçici bir safhadadır.
Ölümden sonrası için kendimizi neye şartlandırmış isek,
o beklentilerimizi aynen yaşarız. Yaşadığımız şartlanmış
beklentiler ise tabii ki gerçek değildir ve bunun kendi
hayâl gücümüzle yarattığımız şeyler olduğunu bir süre
sonra farkederiz. Bu şartlanmalardan birisi olarak bizi
içine çeken bir tünel ve parlak ışık hayâl edilir. Bu
görüntüler o kadar gerçek gibidir ki, gerçek sanırız.
Yani, yaşarken bu derecede gerçek gibi görüntüleri ancak
rüyâlarımızda görürüz, ki onların çoğunu da
hatırlamayız. Öldüğümüzde ise, fiziksel bedenle, beyinle
ilgili bağımız koptuğunda, türlü işkenceler, türlü
korkular ve dünyada yaşarken kendimizi ölüm sonrasına
nasıl hazırladıysak, tam da o şekilde bir geçici hayata
başlarız. Ölümden sonraki bu ilk safha kimine göre kısa,
kimine göre uzundur. Ama en sonunda, tüm bu yaşananların
(kabir azabının, cehennemin, işkencelerin vs.) kendi
hayâlimizden ibaret olduğunu er geç anlarız. Yani,
ölümden sonra bizi kendi hayâlimizde yarattığımız bir
kişisel cehennem beklemektedir. Kutsal kitaplarda
bahsedilen cehennem tam olarak budur. Bu cehennem
tamamen hayâldir, bizim kendi kurgumuzdur, kurgunun
gücü, detayı ve bu aşamadaki kişinin inadı ise, kişinin
hayâlgücü, şartlanmalarının gücüyle ilgilidir. Taa ki
idrak edince kadar. Bu arada bir süre bilinç, fiziksel
dünyada kalan ceset denen kendi eski fiziksel bedeninin
durumuyla da ilgilenir. Ardından ağlayanlarla ve
fiziksel bedeninin başına gelenlerle ilgisi bir süre
sonra sona erer, çünkü etrafında çok daha ilginç şeyler
olmaktadır. Ölen kişinin enerji bedeni yani bilinci,
araf/spatyom denen bu bölgede bir süre zaman geçirir.
Ölen kişi, bir süre sonra fiziksel dünya ile olan
ilgisini tamamen keserek, tamamen kendi hayâlinden
ibaret olan dünyasında yaşamaya başlar. Etrafta olan
biten, gerçek gibi görünen herşeyin kendi hayâli
olduğunu, hatta görülen bu hayâldeki olayları kontrol
edip yönlendirebildiğini de farkeder. Sonra hayâl etmeye
son verebilmeyi farkettiğini farkeder. Etrafında kendisi
gibi hayâl kuran, kendi ölüm sonrası işkencelerini ve
günahlarını affettirmekle zaman geçiren bu 4. boyuttaki
diğer ölmüş kişilerin astral bedenlerini, ruhlarını
görür. Burada ruh demek zorundayız, aslında anlatmak
istediğimiz, her ölen kişinin, ölüm sonrası değişik
türde enerjilerden ibaret, hiç bir şekli ve cinsiyeti
olmayan bilinçlerinin birbirlerine göre durumudur.
Etrafta kılavuzluk eden, yol gösteren varlıklar tabii ki
vardır. Ölüm sonrası bilincin geldiği boyutta zaman diye
bir kavram olmadığından, her ölen kişinin kendi
şartlanmalarıyla harmanladığı beklentiler yumağından
oluşan geçici cehennem aşamasının dünya zamanıyla bir
karşılığı yoktur. Daha iyi anlaşılsın diye şöyle
söylenebilir. Ölüm sonrası kimi birkaç günde, kimisi
birkaç bin yılda atlatır bu durumu. Herkes kendi
beklediği ve şartlandığı cehennemini ve işkencelerini
çektikten sonra işkencesiz, korku ve azaptan yoksun bir
dinginlik yani cennet durumu karşılar bilinci. Bu
aşamada yol gösterici rehberlerle iletişim kurulabilir.
Fakat, hep sonunda kendi başınasınız. Her ama her
boyutta kendi başınasınız. Bu dinginlik aşamasında
muazzam ve neredeyse sonsuz bir yaratıcılık
kabiliyetinizin olduğunun farkına varırsınız. Üstelik,
yarattığınız her ama herşey gerçek hükmündedir. Fiziksel
dünyada alıştığınız, sevdiğiniz, özlediğiniz canlı ve
cansız herşeyi, fizikselmiş gibi gerçek formda
yaratabildiğinizi farkedersiniz. Üstelik bu yaratımlar,
insan olarak yaşadığınız eski hayatınızdakilerden çok
daha güzel ve görkemlidir. Bu aşamada, bilinç istediği
herşeyi hayâl ederek yaratmaya başlar. Hayâl edilen
herşey, anında meydana getirilir ve gerçek ve
fizikselmiş gibi görünür. Yaratılan herşey, yani sizin
meydana getirdiğiniz herşey, sizin için, insan olarak
yaşarken alıştığınız gibi fizikseldir. Yarattıklarınızla
bir süre öğünürsünüz. Öğündüğünüz sanat eserlerinizi
başkalarına göstermek istersiniz ama kimse yoktur
etrafta. Yaratıcılığınız bir süre sonra o kadar üst
seviyeye ulaşır ki, sizi öven seyircilerinizi de
yaratırsınız. Sizi överler, alkışlarlar. Seyircileriniz
fiziksel olarak gerçektir. Dokunabilirsiniz. Aslında
gerçek gibidir. Aslında, onlar da maalesef bir hayâldir.
Hepsini siz, yani bilinciniz kurgulamaktadır. Zamandan
yana hiçbir tasa olmadığından, bu şekilde yüzlerce,
binlerce yıl hayâl aleminde, kendi cennetinizde
yaşarsınız. İnsan olarak dünyada yaşadığınıza benzer
lineer ilerleyen bir zaman kavramı bile yaratırsınız.
Fiziksel dünyada yaşamadığınız herşeyi burada hayâl
ederek yaşarsınız. Tek farkla, herşey gerçek gibidir.
Hepsi sizin hayâlinizden ibarettir. Yarattıklarınızın
aslında sizin hayâl gücünüz olduğunu farkettiğiniz
anlarda bile, yaratılanlar o kadar gerçek gibidirler ki,
bunların hayâl olduğunu düşünmemeyi tercih edersiniz.
Ayrıca, zamanı durdurup, hatta olayları tersine
kurguladığınız anlarda bile. Bu safha 10 bin yıl kadar
sürsün diyelim. Burada fiziksel hayattaki 10 bin yıl
gibi bir zaman kavramından örnek vererek, bu safhanın
epey sürdüğünü belirtmek istedik. Bu uzun süre boyunca
bilinç, her türlü şekilde seks, her türlü eğlence, her
türlü lüks ve aklın alamayacağı kadar renkli bir hayâl
dünyasında yaşar. Yaratıcılık öyle üst seviye bir hale
gelir ki, kendisini Tanrı sanıp, uzaylar, bu uzaylarda
galaksiler, bu galaksilerde güneşler, bu güneşlerin
bazılarının etraflarında dönen, zeki canlıların yaşadığı
medeniyetlerin olduğu dünyalar bile kurgular. Oyun oynar
gibi bunları birbirleriyle çarpıştırır, yok eder. Bu
tanrıcılık oynama işi yine epey uzun bir süre sürer. Bu
boyutta bilinç her ne isterse o olacağından, bilinç en
mükemmeli yaratma peşine düşer. En mükemmel kadın, en
mükemmel erkek, en mükemmel uzaylı ırk, en mükemmel
dünya, en mükemmel medeniyet, kainat vs. Sonunda, deneye
deneye, yarata yarata, yok ede ede, herşeyi ama kendi
dağarcığıyla ve birikimiyle sınırlı olarak, herşeyi
denemiş olarak bir dinginlik haline geçer. Zaman denen
kavramın, bir başlangıcı ve bitişinin olmadığını bir
farkındalık haline ulaşılır. Bilincin o an bulunduğu
seviyede bir zamansızlık zaten mevcuttur. Bilinç, bu
dinginlik haline geldiğinde bu safhada bir süre kalmayı
ister. Tıpkı yorgun bir insanın uyuması gibi, bilinç bu
aşamada, yaratmaktan ve kendini deneyimlemekten orgazma
ulaşmış bir doyumla sakin bir şekilde kendini dinler.
Hatta uyanıp, kaldığı yerden yaratmalara devam edip,
tekrar uyuyabilir. Bu kendini dinleme işi birkaç milyon
yıl sürebilir. Burada yine tamamen fikir vermesi
açısından fiziksel hayattaki zamandan örnek vermek
zorunda kaldık, aslında zamansız bir boyut olan ölüm
sonrası bilincin bulunduğu geçici durumun bu aşamasının
uzunluğunu vermek istedik. Bilinç, dinlenirken, aynı
zamanda kendini dinlemeyi de sürdürürken, tıpkı kendi
dinginliğine benzer, kendisini ve tüm o yarattıklarının
hepsini de kapsayan, hatta tüm o yaratılanlara izin
veren, sonsuz bir sevgi ve kabul edici bir üst enerji
dinginliğini farkeder. O, senin tüm o süre boyunca
yarattıklarına kızmamış, gülmemiş, yargılamamıştır.
Bilinç, tümü kendi birikiminden uzun süredir kendisine
gerçek gibi gelen o oyalayıcı evrenlerini, dünyalarını,
kadınlarını, erkeklerini, lüks saraylarını, günâhlarını,
sevaplarını, yarattığı ve yokettiği tüm o
medeniyetlerini, mükemmel diye yarattığı o en mükemmel
yaratımlarını karşıdan seyreden O tekil dinginliği
farkeder. Yaratımlarının O'nun sayesinde olduğunu anlar.
Kendi dinginliğinin ne kadar basit ve sıradan, fakat
kendine özel olduğunu farkettiği an, kendisinin
bir bilinç olarak onunla tek vücut olduğunun idrakine
varır. O'nunla birdir. Diğer tüm bilinçler, kollektif
bir şekilde onunla bağlantılıdır. Yani, 200 milyar kadar
bilincin, O'nun izin vermesiyle ve onayıyla, tüm bu
safhaları ve boyutları yarattığını, bu işin sonsuz
olduğunu idrak eder. O, Allah'tır, Tümel Akıldır, Mutlak
Bilinçtir, Evrensel Zeka'dır, Mutlak Yaradan'dır. O,
tıpkı bir ebeveynin oyuncaklarıyla oynayan bir bebeği
seyrediyormuş gibi tüm bu yaratılanları seyretmektedir.
Bunu milyarlarca defa seyretmiş olsa da, her birini özel
olarak seyretmektedir. O'nun kendisini sürekli
izlediğini/izlemiş olduğunu idrak edilir. Hatta, her
aşamada O'nunla birliktedir. Aslında bu safhada pek çok
şey aynı anda idrak edile edile, idrak olarak da bir
doyuma ulaşılır, herşeye kani olunur. Ayrıca, kendisinin
ne kadar özel olduğunu farkeder. Ne demiştik, aşağıda ne
varsa yukarıda da o vardır. Dünyadaki yaşamımızda bir
ailemiz vardı. Annemiz, babamız vardı. Kardeşlerimiz ve
arkadaşlarımız, öğretmenlerimiz, oyuncaklarımız vardı.
Öldükten sonra da ailemiz, öğretmenlerimiz,
oyuncaklarımız olacak merak etmeyin. Bu oyuncaklarla
uzun bir süre oynayacağız. Annemiz ve babamız ise, hem
anne hem baba olan Mutlak Yaratıcımızdır. O, muazzam bir
sevgi ile tüm bu aşamaları yaratmıştır. Muazzam bir
sevgi diyoruz, fakat bunu fiziksel dünyadaki halimizle
bu satırları okuyarak anlayamayız. Kimse de anlamanızı
beklemez. Bu öyle büyük ve onurlu bir sevgidir ki,
sevinç göz yaşları döke döke, katıla katıla ağlar,
kendimizi kaybederiz. Öldükten sonra, bir daha o birey
olarak doğup ölemeyeceğimiz için, bu muazzam sevginin
aslında ne olduğunu sonunda kavradığımızda, dökecek
fiziksel anlamda gözyaşımız, gözümüz, vücudumuz
olmadığından, ancak enerjimiz yükselir, bilincimiz
genişler, yüksek bir mutluluk haline geçer, parıl parıl,
pırıl pırıl parlarız. Hayatta iken ağladığımızda,
gözümüz yaşlarla doluyken, gözlerimizi kısıp etrafımıza
baktığımızda, nasıl türlü türlü renkler görürsek, o anda
da bundan çok daha görkemli bir renk cümbüşü görürüz. Bu
öyle sandığınız gibi bireysel bir mutluluk da değildir.
Aynı anda yüzmilyarlarca bilincin tezahürat halinde
sevindiği bir atmosfer düşünün. Tüm bunları dünya
yaşamına göre şartlanmış insanların anlayacağı şekilde
yazmaya çalıştık. Hepiniz birbirinizi ayrı birer birey
olarak düşünüyorsunuz. Aslında bunun böyle olmadığını
maalesef ölünce idrak ediyorsunuz. Burada amaç, bir an
önce ölüp, insan cesedinden kurtulmak kesinlikle
değildir. Burada amaç, dünyada ölümden sonraki geçici ve
kurgusal hayat için (kutsal kitaplardaki cennet)
yaşayıp, dünya yaşamını pas geçmek, ıskalamak değildir.
Amaç, iyi bir insan olarak doya doya yaşamaktır. Herkes
iyi bir insan olduğunda, otomatikman herkesin mutlu
olacağı bir yaşam sağlanmış olur. İyi bir insan olarak
hayatı ve doğayı sevmekle işe başlamalıyız. Aileyi,
kendimizi sevmeliyiz. Tüm dinler ve kitaplar bunu
anlatır. Amaç, ölmeden sanki ölüp de buraya geri gelmiş
gibi yaşamaktır. Öldükten sonra fiziksel dünyaya o insan
bilinciyle geri dönüşün olmadığını bilin. Fizikselliği
ve beyninizi bir kere kaybettiniz mi, artık tüm
pişmanlıklarınız size aittir. Vücudunuzu sevin, ona iyi
bakın, temiz tutun. Beyninizi güzel kitaplarla doyurun,
donatın. Sanata ve yaratıcılığa önem verin. Beynin
fiziksel dünyadaki yaratıcılık kabiliyeti sonradan çok
işinize yarayacak. Yargılamaya son verin, herkesi olduğu
gibi kabul edin. Şartlanmalarınızı oturup yazın ve
hangilerinden kurtulup kurtulamayacağınıza karar verin.
Dünya hayatı, oturup boşa zaman geçirilecek, kendinizi
ve etrafınızdakileri üzecek, bedeninizi boşuna
yıpratacak bir yer değil. Siz özel olarak yaratıldınız,
her biriniz özelsiniz. Öldükten sonra yine özelsiniz.
Ölümden önce ve sonra, her şekilde özelsiniz. Size her
an, karşılıksız bir şekilde, özel olduğunuzu anlamanız
için, çeşit çeşit safhaları deneyimleyeceğiniz, doğum
öncesi, doğum sonrası ve ölüm sonrası olmak üzere
farkındalıklar verilmiştir. Tüm safhaların farkındalığı
ve bilinç hali kendine özeldir. Her bir kendine özel
durum, birbirlerinden bağımsız ve ayrıymış gibi görünür.
Eninde sonunda, bireysel olarak 50 milyar yıl geçse de,
sonunda idrak ve aydınlanma kesindir. Tüm yaratılmış ve
an be an yaratılan sonsuz evrenlerin Allah'ın, Mutlak
Bilincin, Mutlak Yaradan'ın, o en büyük sevgi
enerjisinin, okyanustaki bir su damlası gibi, okyanusa
ait olduğumuzu, bir sevgi okyanusunu hep birlikte
oluşturduğumuzu idrak etmemizi yüce Yaradan nasip
eylesin. Bizi insan olarak yarattı. Neden İNSAN olarak
yaşamayalım?
Ve son konu ... Aura nasıl güçlendirilir?
Nasıl çalışır? Akaşik kayıtlar nedir?
Auramız, doğumdan ölüme kadar fiziksel bedene eşlik eden
eterik bir bedendir ve direkt çakralarımız, seyyalevi
bağ ve beynimizle irtibatlıdır. Yaşadığımız hayattaki
her ama her ayrıntı, auraya kaydedilir ki buna kişisel
akaşik kayıt diyebiliriz. Her bireye ait kişisel akaşik
kayıtlar, bir araya gelerek, evrendeki tüm olayların ve
tecrübelerin kayıtlandığı evrenin akaşik kayıtlarına
eklenir. Auramız, geçirdiğimiz tüm kötü anılar,
iyiliklerimiz, kötülüklerimiz, gördüğümüz tüm rüyâların
bile kaydedildiği yerdir. Kayıtlama işi bizim dünyada
lineer işleyen zaman oku yönünde değildir. Kayıtlardaki
bilginin başlangıç ve bitişi bulunmaz. Bilginin kendisi
o an ve her an orada olacak şekilde tanzim edilmiştir.
Evrenin Akaşik Kayıtları, zamandan bağımsız
olduklarından bunlara ulaşıldığında istenilen bilginin
de tamamına (geçmişe ve geleceğe ait tüm kaderlere)
erişilmiş olunur. Kendi kişisel akaşik kayıtlarımız
auramıza kaydedillir. Auradaki kayıtların aynısı bu
şekilde evrenin akaşik kayıtlarına da kaydedilir. Astral
seyâhat yaparak, tüm evrene ait akaşik kayıtlara ulaşmak
mümkündür. Fakat, ulaşıldığında oradaki kayıtların an be
an kaydedilmesi işi, başının ve sonunun olmaması, insan
beyninin alışık olmadığı hız ve buraya olan spiritüel
bağlantının sonsuz gibi görünen bağlantı çokluğu
yüzünden ilk başlarda büyük bir kaosla karşı karşıya
kalma hissi verir. Çünkü, astral seyâhat sırasında hâlâ
fiziksel insan bedenimize bağlı durumdayız ve fiziksel
dünya yaşamındaki fiziksellik ve şartlanmalarla
şartlanmış haldeyiz. Yoğun akaşik kayıtlardan istenilen
bir bilgiye ulaşım o yüzden ilk başlarda çok zordur.
Hatta bir çoğu buradan hiç bir bilgi elde edemez ve
burası bir süre sonra ilginç olmayan bir yer haline bile
gelebilir. Etrafta gezinmek, değişik yerlere gitmek daha
kolay ve ilginç hale geliverir. Burada önemli husus,
akaşik kayıtlara ulaştığımızda, buradaki kayıtlara
auramızın içinden bakıyor oluşumuzdur. Yani,
auramızda onarılması gereken yaralar ve şartlanmalarla
kalınlaştırdığımız perdeler var ise, kayıtları da düzgün
değerlendiremeyiz, okuyamayız. Sonsuz denecek kadar
büyük bir bilgi içeren Evrenin Akaşik Kayıtları, bizim
evrenimizin Big Bang denen başlangıcıyla
yaratılmamıştır. Tüm sonsuz Big Bang'lerle yaratılmış
sonsuz evrenlerin kayıtları kayıtlanmıştır/kayıtlanmaya
devam etmektedir. Nasıl insan olarak auralarımıza
kaydolan kişisel akaşik kayıtlarımız, evren akaşik
kayıtlarında bir arada ise, bizim evrenimizin akaşik
kayıtları da, diğer evrenlerin akaşik kayıtları ile bir
aradadır. Tüm evrenlerin akaşik kayıtlarının bir arada
durduğu merkez akaşik kayıt diye bir yer ise mevcut
değildir. Tıpkı bir hologram gibi, bizimkisi de dahil
olmak üzere, tüm evrenlerin yapısınının temel
özelliklerinden biri olup, çok yüksek enerjili bir
yapıdadır ve her yerdedir. Diğer bir özelliği de, bu
kayıtların mevcut tüm boyutların hepsinde bulunmasıdır.
Akaşik kayıtlarla ilgili son söylenecek şey ise,
burasının gelinecek bir "yer" olmamasıdır. Astral
seyâhat sırasında türlü türlü yerlere gidip gelinebilir.
Akaşik kayıtlar, seyâhat sırasında her an her yanınızı
kaplar. İlk başta bunu farketmezsiniz. Tüm astral alemin
ve boyutların dokusuna nüfuz etmiştir, hem dokuyu
oluşturur, hem de okyanustaki bir su damlası gibi dokuyu
oluşturan diğer unsurlarla iç içedir. Uyanıkken,
bilinçli halde akaşik kayıtlara ulaşan özel ve az sayıda
insan vardır. Bunların auraları yani eterik bedenleri
ise diğer insanlardan farklıdır. Uyanıkken hayâl
ettiğimiz tüm görüntüleri, projeksiyonla auranın bir
katmanından sinema seyreder gibi perdeden seyrederiz
demiştik. Buradaki seyirde gören göz, fiziksel gözümüz
değildir. Hayâl ettiğimiz bir görüntüyü, bir anımızı
aklımızda canlandırdığımızda aslında olan biten,
beyinimizin sayesinde yaratılan anının aura perdesinde
yansıtılması ve bu görüntünün izlenmesidir. Biz,
uyanıkken anımızı seyir sırasında, anının görüntüsünün
seyredilme işini beyin, auradan yansıyan görüntüyü
izleyerek yaparken, gözlerimiz uzaklara dalar ve bir
noktaya sabitlenir. Gözlerimiz bu anda devre dışıdır.
Anının aura perdesindeki projeksiyonunun izlenme işi
bittiğinde ya da kesintiye uğradığında gözler tekrar
devreye girer. Bilincimiz bilmeden aura katmanını perde
olarak kullanarak hayâl etme işini bebeklikten itibaren
yapmaya başladığından, tüm bu süreç kendiliğinden olur.
Bilinçli olarak hem kendimizin, hem de başkalarının
auralarını görebiliriz. Auralardaki ekranlar da
görülebildiğinden düşünceler de okunabilir. Başkalarının
auralarına baktığımızda, hepsinin farklı kalınlıklarda
ve renklerde olduğunu görürüz. Bir hastalığımız
olduğunda aura incelir ve rengi değişir. Diyelim ki
karaciğerinden ciddi rahatsız birisine bakıyorsunuz.
Renklenmelerden o kişinin rahatsızlığını o söylemese de
teşhis edebilirsiniz. Auranın güçlü ve kalın olmasını
sağlayabilirsiniz. Etrafındaki insanları yargılamayan,
onları birbirleriyle karşılaştırmayan, olduğu gibi kabul
edip seven, doğayla ve insanlarla barışık, yediğine
içtiğine dikkat eden, düzgün uykusu olan biriyseniz aura
görme yeteneğinizi geliştirebilir, şifacı olarak az çok
yardım edebilirsiniz. Alkol ve uyuşturucu aurayı
zayıflatır. Halüsinojenler, beynin çalışmasını geçici
olarak değiştirir ve zaten an olarak içinde yaşadığınız
illüzyonu bozar. İllüzyon içinde illüzyon görürsünüz.
Kokain gibi uyarıcılar ve esrar gibi uyuşturucular, önce
beyinde, sonra da aurada büyük tahribat yaparlar.
Kendinizi geliştirip, başkalarının zayıf enerjili
hallerini görüp, onlara yardım etmek isteyebilirsiniz.
Sonsuz kaynaktan enerji çekerek, bu insanlara zihninizle
enerji gönderip, onları koruyabilir,
iyileştirebilirsiniz. Sonsuz kaynaktan enerji çekme işi,
pek bilinen bir yöntem olmadığından, bunu kullanmasını
öğrenmek tamamen kaderinizde yazılı ise ancak mümkün
olduğundan, genellikle bu gibi iyileştirme işlerinde
insanlar kendi enerjilerini kullanırlar ve eskiden beri
bu kendi enerjilerini kullanma işini yapagelmişlerdir.
Binlerce yıldır insanlar hep kendi enerjilerini
başkalarına zihin yoluyla aktararak, kendilerinin
auralarını zayıflatmışlar ve inceltmişler, Ki, Chi,
Prevma, Mana, Ruah ve Mana isimleriyle bilinen
enerjilerini tüketip yorgun hissetmişlerdir. Tabii ki,
uyuyarak, dinlenerek, belirli kelimeleri belli sayıda
tekrarlamak suretiyle pranik yaşam enerjisini zamanla
eski seviyesine yükseleceğini, aurasını
kalınlaştırabileceğini de bu eski insanlar biliyorlardı.
Sadece, sonsuz kaynaktan enerji çekme işini bilen azdı.
Evrende her şey ikili/dual olarak yaratıldığından,
enerji de pozitif ve negatif olarak iki türlüdür.
Pozitif enerjiyi kullanarak, negatif enerjinin yol
açtığı hastalıkları tedavi edebilirsiniz.
Aura,
ölüm sonrası bilincimizin kullanacağı bedendir,
eteriktir. Daha önceki hayatlarımızda konuştuğumuz
diller, daha önceki hayatlarımızda başımızdan geçen
travmalar, olayların tamamı, bir daha silinemez şekilde,
sonsuza kadar baki kalmak üzere, auramıza kaydedilir,
yazılır. Yani, insan olarak dünyada tekrar
bedenlendiğinde, bir önceki insan bedenine ait auramızla
bedenleniriz. Astral, eterik bedenimiz hiç değişmez
olarak bizimledir. Farklı fiziksel yaşamlarımız olsa da,
eterik bedenimiz bir tanedir, aynıdır. Her bir fiziksel
yaşamda yaptıklarımız, yaşadıklarımız auramıza yani
eterik bedenimize kaydedilir. Buna bireysel akaşik kayıt
diyebiliriz. O yüzden, bazen doğduktan sonra konuşmaya
başlayan çocuklar, daha önceki hayatlarındaki ailesini
görmeyi arzulayabilir. Bir çocuğun, konuşmaya
başladıktan, meramını dile getirmeye başlar başlamaz,
bir önceki hayatındaki annesini, babasını görmeyi
istemesi çok sık görülen birşey değildir ve tamamen
kaderine yazıldı ise mümkündür. Yani, başkalarına
tamamen ibret olsun diye, görmesini bilenler için bu tür
ayarlamalar kasıtlı olarak ara sıra yapılır. Bu tür bir
olay asla bir hata ya da defo değildir. Bebek Rusya'da
doğmuş, 12 yaşına kadar büyümüş ve sonra kaza geçirerek
ölmüştür. Öldükten sonra çocuk (aslında çocuğun
özbenliği) başka bir ailede doğmayı ve bunu hatırlamayı
istemiştir. Kaderini seçmiştir. 2 yıl sonra, Türkiye'de
Türk bir ailede doğan bebek, büyüdüğünde etrafta Rusça
konuşan kimse olmadığı halde, Türkçe konuşabildiği ve
konuşulanları anlayabildiği halde, Rusça da konuşarak
dikkati çeker. Eski ailesinin yerini tarif eder ve oraya
götürüldüğünde annesini tanır. Kendisine Rusça olarak
eski hayatındaki çocukluğuna ilişkin sorulan tüm
sorulara doğru cevap verir. Böyle bir olayı bilimle
bugün açıklayamayız. Eğitim görmüş birisi sizi hipnozla
uyutabilir. Hipnoz sırasında verdiğiniz tüm cevaplar,
auranızda kayıtlanan kayıtlardan beyniniz aracılığı ile
sansürsüz şekilde verilir. Hipnozu yapan kişi size
geçici olarak adınızı bile unutturabilir. Hipnoz
sayesinde, auradaki kayıtlı bir travmaya erişimi
silinebilir. Sevmediği bir şeyi o kişiye sevdirmek,
sevdiği ama zararlı birşeyden onu vazgeçirmek mümkündür.
Hipnoz sayesinde, kişinin bir konuda doğru mu yoksa
yalan mı söylediğini anlayabilirsiniz. Hipnoz, bilincin
geçici olarak devre dışı bırakılarak, direkt auradaki
kişisel akaşik kayıtlara ulaşımdır. Hipnozla, kişinin
bilinçli olarak hatırlayamadığı detaylar alınabilir,
geçmişine gidilebilir. Hatta, bir önceki yaşamlarına dek
geçmişine gidilebilir. Hipnozla inilebilecek derinlik
kişiden kişiye farklılık gösterir. Kişinin beyni ve
aurası arasındaki ilişki ile doğrultuda olacak şekilde,
hipnozla her kişi için ancak belli derinliklere
inilebilir. Hipnoz, telkin ve uzaktan görme konularında
başta Ruslar olmak üzere çok fazla deney ve araştırma
yapılmıştır. Tüm evren, titreşim ve titreşim
seviyelerinden oluştuğundan, değişik ses titreşimleri
kullanarak duyugörü, uzakgörü ve uzaktan zihin kontrolü
konularında deneyler yapılmıştır. Auradaki enerji
seviyeleri, çok yüksek enerji titreşim seviyeleridir.
Dünyadaki elektromanyetik enerji seviyelerinden yüksek
olduklarından, hiç bir şeyden etkilenmeden çok uzağa
gönderilebilir. Düşünce hızı, ışıktan da hızlıdır,
evrendeki en yüksek hız, düşünce hızıdır. Çok yüksek
titreşimdeki bu enerji seviyeleri, fiziksel
bedenimizdeki pek çok organı hatta DNA'larımızı etkiler
ve kontrol eder. Vücuda konacak olan yapay organların ya
da implantların düzgün ve uyumlu çalışması için, beyin
ile aura arasındaki ilişkiyi anlamak esastır. Bilim
bugün sadece görünen fiziksel bedenin çalışmasıyla
ilgileniyor. Büyük bir kısmı su ve yağdan ibaret olan
beynimizin nasıl çalıştığını ise çözemiyor. Auranın ve
beynimizin nasıl irtibatlandığını bilmediğimizden,
günlük hayatımızdaki pek çok şeyi de açıklayamamaktan
şikayet ediyoruz. Şizofreni ve pek çok akıl hastalığının
sebebi, beyin ve aura arasındaki çalışma tekniğindeki
aksaklıktır. Yüksek boyuttaki bir bilincin, düzgün ve
sağlıklı bir bedende insan olarak doğmak yerine, çok
ağır şizofren bir insan olarak doğma kaderini seçmesini
burada tarif edip açıklamak çok zordur. Etrafınızda
cinsiyeti ne olursa olsun, görünümü ne olursa olsun,
yaşayan insanlar, doğmadan önce, cinsiyetlerini,
ailelerini ve kaderlerini kendileri seçmişlerdir. Her
insan, doğmadan önce, cinsiyetsizdir. Cinsiyetsiz yüksek
benlik seçtiği hayatı, seçtiği bir cinsiyetle dünyada
yaşar. Auranızda bir eksiklik ya da özel bir özellik
varsa, bu bile önceden siz tarafından belirlenmiş bir
detaydır. Bu şekilde bakıldığında, nasıl ölümden önceki
yüksek boyuttaki tüm bilinçler eşit ise, bu eşdeğer
bilinçlerin kendi istekleri ve arzuları doğrultusunda,
dünya hayatı denen fiziksel yaşamda, yaşamayı seçtikleri
bedenin fiziksel görünümünü ve bu bedenin kaderini
belirleme işi de eşittir. Bu eşitlik kavramı kutsal
kitaplarda sembolik olarak anlatılmıştır. Dünya yaşamı,
beyin denen cihazın, göz, kulak, dokunma, tat alma ve
koku alma fiziksel impalslarını yorumlayarak,
farkındalığını sürdürmesi işidir. Beyin gündüz tüm bu
dış uyaranları kendisine ileten sinir sistemini
dinlendirmek ve bir sonraki güne hazırlamak için gece
vücudu uyuturken, kendisi rüyâ görerek çalışmaya devam
eder. Uyurken bilincimiz ve farkındalığımız, bedenden
ayrılarak başka boyuta geçer. Bu sırada fiziksel beden
uyku halinde dinlenir. Eterik bedenimiz ise zamandan
bağımsız şekilde, başka boyutlarda türlü işlerle
ilgilenir. Bu yaşananları ise uyandığımızda ya
hatırlayamayız ya da anlam veremeyiz. Oysa, tüm
yaşananlar, rüyâ alemindekiler de dahil olmak üzere
eterik bedenimize, auramıza kayıtlanır. Bu kayıtlanma
sayesinde çok eskiden gördüğümüz bir rüyâyı yeniden
gördüğümüzde, anında hatırlarız. Dünya'daki yaşamımızda
hayatımızı bir birey olarak sürdürürüz. Doğmadan önceki
yaşamımızda ve öldükten sonraki yaşamımızda ise tüm
bilinçlerin bir arada Bir olduğu kolektif bilinci
farkederiz. Öldükten sonra bunun farkedilmesi biraz süre
alır. Bu aşamayı izah etmiştik. Auramızı dünya yaşamında
kuvvetlendirmek, dünya sonraki yaşamımızda bize büyük
kolaylıklar ve bizi bekleyen aşamaların geçişinde hız
sağlar.
Auramızın güçlenmesi, bizi başka bilinçlerin etkisinden
de kurtarır. Günlük hayatımızda aklımızdan sürekli belli
düşünceler gelir geçer. Bunların bazıları ise bize ait
değildir. Dünya'daki insanlar ve hayvanların
bilinçleriyle oyun oynayan, bundan zevk alan
varlıklar vardır. Bunların sıradışı fikirlerini,
kendi fikrimizmiş gibi uyguladığımız zamanlar olmuştur.
Bu fikirlerin çoğu başımızı ufak sıkıntılara soksa da,
bazıları hayatımızda büyük değişikliklere yol açabilir.
Bu varlıklardan kutsal kitaplarda da bahsedilmiştir. Bu
varlıklarla haberleşen ve bunları yönetebilen insanlar
da çıkmıştır. Bu şekilde kendisinin başarmayacağı işleri
bu varlıklar sayesinde yapabilen, işleri bu varlıklara
yaptıran, büyücü vs. denen insanlar vardır. Bu eterik
varlıklar, zamandan bağımsız, düşünce gücüyle
istedikleri yere ışıktan hızlı bir şekilde anında
gidebilen, tüm geçmişi ve geleceği görebilen
varlıklardır. Dünya yaşamında kullandığımız beynimizin
nasıl çalıştığını, nasıl bir illüzyon içinde, fiziksel
impalslar sayesinde farkındalığımız olduğunu bilirler.
Fiziksel impals ya da uyarıcı mevcut olmadığı halde,
fiziksel impalsın benzerini/simülasyonunu beynimizde
oluşturarak, bize gerçekmiş gibi görüntüler
gösterebilirler, sesler duyurabilirler. Beynimiz ise,
aradaki farkı anlayamayacağından, gördüklerinin,
duyduklarının gerçek olduğunu sanabilir. Ruh çağırma
seanslarında gelenler aslında bu varlıklardır. Sorulan
sorulara doğru cevap verirler ve dalga geçmek için
gelecekten yalan haber verirler. Ruh çağırmalarda esas
çağrılan ruhun, bu oturuma katılmasını ancak belli
kişiler, belli şartlar sağlandığında sağlayabilir,
gerisi kesinlikle şarlatanlıktır. Alkol, uyuşturucu
tüketen insanların savunma kalkanları olan auraları
zayıfladığından, bu varlıklar bu kişilerin peşine
takılır ve onların başlarına çoğu ufak tefek, bazen de
epey ciddi hallerin gelmesine sebep olurlar. Uçucu
kimyasal koklayanlar, çok yoğun depresyon altındakiler,
uyurgezerler, akıl hastaları hep bu varlıkları
kendilerine çeker. Yalnız, bu varlıkların içinde iyi
olanlar da vardır. Bunlar da, diğerleri gibi zamandan ve
mekandan bağımsız varlıklardır ve ihtiyacı olan
insanlara genellikle yardım etmede gönüllüdürler.
Bilimsel buluşlar, müthiş senfoniler, hiç kimsenin
aklına gelmeyecek ilginç fikirleri insanlara sıklıkla
rüyâ olarak gördürürler ya da kişinin aurasına bir
projeksiyon gönderip fikri gösterirler. Kişi de bu sanat
eserini ya da buluşu kendi buluşu sanır. İnsanların
içinde, tabii ki deneye deneye, yanıla yanıla doğrusunu
bularak buluş yapanlar da vardır, fakat çoğu ilham
kaynağı kendiliğinden bir anda bu varlıkların ara sıra
yardımlarıyla olur. Bu varlıklardan (iyi veya kötü
farketmez) bir sonraki loto numaralarını, etrafta gömülü
hazinelerin yerlerini vs. öğrenmek mümkündür. Buradaki
sıkıntı, bu iyi varlıklarla haberleşecek kadar kendinizi
spiritüel olarak geliştirdiğinizde, artık lotodan vs.
gelecek olan paraya ihtiyacınızın kalmamasıdır. Artık, o
para sizin için dünyevi, değersiz birşeydir.
Geliştirdiği spiritüel yeteneğini terkedip, kazandığı
parayla gününü gün eden bir insan bu güne kadar
çıkmamıştır. Ayrıca, bu varlıklarla haberleşme ve yardım
alma konularını kötü niyetle (başkalarına zarar verme,
olayların gidişini lehinize çevirme, bilinçli enerji
hırsızlığı vs.) kullanmaya kalktığınızda,
yeteneklerinizi büyük ölçüde kaybettiğinizi, ayrıca
auranızın da incelmekte olduğunu farkedersiniz.
Auranızın incelmesini ve saldırılara açık hale gelmenizi
de istemezsiniz. Kısaca, bu varlıklar, ancak aurası çok
zayıf durumda olan insanları etkileyebilir. En kolay
etkiledikleri insanlar ise akıl hastalığı olanlardır.
Paranoya, anti-sosyallik, narsizm, dissosiyatif kimlik
bozuklukları (çoklu kişilik bozuklukları), türlü
psikotik bozukluklar hep bu varlıkların eseridir. O
yüzden de bu hastalıklara Ruh Hastalıkları denir.
Aslında, daha çok eğlence yaratmak için, etkiledikleri
insan sayısını hep yüksek tutmakla uğraşırlar, skor
peşindelerdir. Ruh hastalıklarının tedavisi beyni tedavi
etmektir. Beynin, yani aklın/bilincin tedavisi de,
auranın tedavisi demektir. Sağlıklı bir akıl, sağlıklı
bir aura demektir. Bunların ötesinde ruh hastalıklarını
tedavi için yollar aramak boşunadır. Bunun tersi de
mümkündür. Çok güçlü sevgi ve özel tedavi enerjisi
göndererek, ruh hastalığı olan kişinin aurasını
onarılabilir, beyinin düzgün çalışmaya başlaması da,
fiziksel bir kusur yoksa sağlanabilir. Uzun süre derin
koma halindeki bir insanın komadan çıkması bile belli
koşullar sağlandığında gayet mümkündür. Bu yaratıklar,
isteseler bu hasta insanları tedavi edebilirler, fakat
bunu yapmazlar. Bu işlerle vakit geçirip eğlenmek, bu
varlıkların kaderidir. Yaradılış gayeleri odur. Yüce
Yaratıcı, tüm evreni ve bizi yaratırken, bunları da
yaratmıştır. Auramız güçlü olduğunda ise bunların
etkilerinden kesinlikle korunuruz. Auramızın yüksek
enerjisini delip geçemezler, bizimle hemen hiç
ilgilenmezler ve dikkatlerini aurası geçici olarak zayıf
durumdaki sağlıklı insanlara ya da en kolayı, aurası en
ince olan akıl hastalarına yöneltirler. Belli duaları ve
kelimeleri belli sayıda tekrarlayarak, bu işi kalpten
ve bilinçli olarak yaparak, nefes alıp verme
teknikleri ve meditasyonla bunları def etmek kesinlikle
mümkündür. Kendi seçtiği kaderi gereği, özel yetenekle
doğmuş bazı kişiler ise, başkalarına musallat olan bu
varlıkları herhangi bir maddi manevi karşılık almadan
kovabilir, hasta kişinin aurasındaki delikleri
yamayabilir ve aurasındaki zayıf katmanları güçlendirip,
kalkanlar oluşturabilir. Eğer işinin ehli ise, tüm
bunları bir an gibi kısa bir zamanda, o kişiden çok uzak
mesafeden bile yapabilir. Hayvanların çoğu, özellikle
memeliler, auralarımızı gördüklerinden, bu tür auraları
güçlü insanlara zarar veremezler. Efsun denen iş,
auranın belli bölgelerine hayatın sonuna kadar konan bir
yamadır. Yılan ısırmaz, arı, akrep sokmaz hale gelir.
Bu iş ya doğuştan gelen yetenektir ya da yeteneği olan
kişi bunu ustasından öğrenebilir. Bu işlerden iyi
anlayan birinin gözetiminde yapılmayan, kendi kendine
aura ve enerji işleriyle uğraşma işi yarardan çok zarar
getirir, getirmiştir. Bu varlıklar, bu tür değişik
arayış içinde olan meraklı ve tecrübesiz kimseleri
anında belirleyerek, uğraşacak yeni kurban bulmuş
olurlar. O yüzden, bunların hedefi ve oyuncağı
olmayınız. Vücudunuza iyi bakın, güzel uyuyun,
güzelliklerle hayatınızı şekillendirdiğiniz sürece
güvendesiniz demektir.
Bu
varlıkların arasında ölmüş insan ruhları da bulunur.
Ölmüş insan ruhları, ya öldüklerini inkâr etmekte ya da
zamansız öldüklerini düşünerek, kendi cennet ya da
cehennemlerini yaşamak ve sonrasında yükselişe geçmek
yerine, dünyada ve arafta takılmayı seçenlerdir. Bu
ölmüş insan ruhları, bir süre sonra, bahsedilen o
varlıkların, aurası zayıf insanlara musallat oluş
tekniklerini gözleyip inceleyerek, sistemin nasıl
çalıştığını az çok anlamaya başladıklarında, sırf merak
ve intikam amacıyla, dramatik şekilde auraları zayıf
insanlara yönelirler ve aynen o yaratıklar gibi onlara
zarar vermeye çalışırlar. Hatta çoğu zaman verdikleri
insafsız zarar, o yaratıkların verdiklerinden fazla
olur. Ölmüş insan ruhlarının dünyada ve 4. boyuttaki bu
arafta bu tür boşa zaman geçirmesi işi bazen çok uzun
sürebilir. Hatta bunlardan bazısı, kendisini o
yaratıkların efendisi gibi filan da görüp, kendine
değişik bir sistem veya düzen de kurabilir. Bu
düzenlerin bazısı oldukça eskidir. Çoğu işlemez ve sona
erer. Fakat, çok vakit geçirilecek bir yer olmadığı
gibi, güzel insan ruhunun yükselişi için çok fazla
kalınmayacak geçici bir safha olduğunu belirtelim.
Evrendeki herşeye ve olan bitene izin veren Yüce
Yaratıcı, en alt kademesinden en üst kademesine kadar ki
bütün enerji safhalarında ve boyutlarındaki her olan
bitene de izin vermekte olduğundan, ne dünyada olup
biteni, ne de ölüm sonrasında bu yaşananları yargılamaya
hakkımız yoktur. Herşey O'nun izniyle vuku bulmaktadır.
Ölüm sonrası, dünya ve spatyom denen araf arasında gide
gele, bu ölmüş insan ruhları da bir süre sonra
benimsediklerini sandıkları bu işlerden bıkarlar ve
gerçeği kabul ederler. Ayrıca, yukarıda bahsettiğimiz,
kişiye göre değişen uzunluktaki cennet safhasını yaşama
fikri, bir süre sonra bu ölmüş insan ruhlarına da çekici
hale gelir ve bu sefer 4. boyuttaki araf ve 3. boyuttaki
dünya ile ruhsal bağlantılarını koparırlar. Yol
göstericilerin çeşitli şekillerdeki destekleriyle zaten
başka şansları da yoktur.
Öldükten bir süre sonra, bilincimiz ve auramız sonsuz
büyüklüğe ulaşır. Bu büyük sonsuzlukta bilinç, tüm
evreni kaplar, evreni karşıdan seyir durumuna gelir.
Evrendeki her bir atomun, tek tek nerede olduğunun
bilincinde ve farkında olunduğu bir aşamadır. Fiziksel
evrenle bulunulan son kontak, ilişki bu aşamadır. Bundan
sonra fiziksel evrenle bağımızı keseriz. Çünkü, fiziksel
evren artık cazip gelmez. Çok özel görevlerle dünyada
yaşamış ya da yaşayan insanların auraları ise çok
parlaktır. İnsan gözü auraları göremediği için, kimin ne
olduğunu anlayamayız. Auralarla ilgili çok kitap ve
bilgi paylaşılmıştır. Bunları okuyarak kendinizi
geliştirebilirsiniz, zamanla (kendi auranızın içinden)
aynada kendi auranızı, elinizi, bacağınızı saran eterik
bedeninizin bazı katmanlarını, sonra da başkalarının,
hayvanların, bitkilerin ve sonunda binaların, taşların
vs. auralarını görmeye başlayabilirsiniz. Hatta
kendinizi geliştirdikçe, binaların, duvarların
şeffaflaştığını farkeder, bu yapıların arkalarını
görebilir hale bile gelebilirsiniz. Daha ileriki
safhada, artık tüm dünyayı şeffaf olarak görebilir,
herşeyin birbiriyle iç içe olduğu o zengin renk
karmaşasına erişirsiniz. Bu şekildeki yeteneğin
yükselmesi işi, kademe kademe ve yavaş olur. Her
aşamada, algı işi, kendi auranızın içinden olduğundan,
auranızın bu iş için uygun duruma önceden getirilmesi
zorunluluğu vardır. Tertemiz, pırıl pırıl parlayan,
büyük bir eterik beden elde etme işi çok zordur.
Şartlanmalardan arınmak esastır. Yaratıcı tarafından
özel olarak görevlendirilen peygamberler, göz
kamaştırıcı parlak beyaz devasa auralarıyla insanlardan
ayrılır. Bunların eterik bedenleri tüm evren
büyüklüğündedir. Auramızın ince mi, kalın mı, yaralı mı,
güçlü mü olacağı, önceden kaderimizde bizim tarafımızdan
belirlenir. Dünyada insan olarak doğmadan önce,
seçtiğimiz pek çok detaydan birisidir bu. Başkalarının
aurasını göremeyeceğimiz önceden belli ise, ne yaparsak
yapalım bu konuda ilerleyemeyiz. Doğuştan aura görenler
ise, ilk başlarda, bunun çok doğal birşey olduğunu,
herkesin birbirinin aurasını zaten görebildiğini
düşünür. Bu yeteneğinin sadece kendisinde olduğunu
sonradan farkettiğinde ise, alay konusu olup, garip
gözlerle bakıldığından dolayı, sonra bunu kimseyle
paylaşmama kararını alır. Ancak çok güvendiği ve sevdiği
kişilerle paylaşarak, gördüğü aura renklerini
yorumlayarak hastalıkları haber verebilir. Bu özel
kişilerin bazıları ise sadece görmekle kalmaz, şifacı da
olabilir. Daha önce de dediğimiz gibi, bu aura onarma ve
pranik şifa dağıtma işini, kolaya kaçarak, kendi
enerjisini kullanırsa, bu iş onu epey yorar. Bu özel
kişilerin pek azı ise, kendi enerjisini kullanmak
yerine, kendisini bir aracı, bir aktarıcı olarak
kullanarak, sonsuz enerjiden pranik enerji çekerek,
başkalarına şifa dağıtmayı öğrenebilir. Bu tür çok özel
insanlar da vardır ve bu yeteneklerini asla sosyal çıkar
için, para kazanmak için kullanmazlar. Bu kişiler,
Akaşik Kayıtlarla, yani özel kolektif birikim enerji
düzeyi ile ilişki halinde olmakla zamanlarını
geçirirler. Akaşik Kayıtlar, sayısız sayıdaki tüm
evrenlerdeki bilinçlerin, sayısız yaşamlarında elde
ettikleri bilgi, anı ve tecrübelerin her an kayıtlandığı
yerdir. Aslında, fiziksel olsun, eterik olsun tüm
bilinçlerin yaşadıklarının, birey birey tüm bilginin bir
araya getirilerek, kolektif bir şekilde kayıtlanmasıdır.
Her bir atomun, her bir bitkinin, her bir hayvanın,
kısaca canlı cansız fiziksel olarak evrendeki tüm
tekâmülün, her aşamasının kayıtlandığı yer olup,
bakıldığında her bir kayıt, şimdi o an oluyor olarak
görünür. Akaşik kayıtlara ölmeden, dünyada insan olarak
yaşayarak ulaşan seçilmiş insanlar mevcuttur. Bu
seviyeye, doğru şekilde meditasyon yaparak ulaşmak
mümkündür. Kutsal kitaplarda türlü türlü ismi olan bu
kayıtlar, Kur-an'da Levh-i Mahfûz olarak geçer.
Tüm mutlak geçmiş ve mutlak gelecek orada kayıtlıdır. Bu
yüzden, zamanın olmadığı, bir geçmişin ve geleceğin
olmadığı bir enerji seviyesi ve bilinç düzeyinde bulunan
kayıtların içeriği ve şimdiliği, dünyadaki insanların
ilk başta aklını karıştırır. Akaşik Kayıtlara bakarak
dünyanın tarihini, evrenlerin tarihini okumak mümkündür.
Akaşik Kayıtlardan faydalanıp faydalanamayacağımız ise
kaderimizde yazılı ise mümkündür. Kaderimizi ise biz
doğmadan önce kendimiz belirliyoruz. Hayatımızdaki
kararlarımız ve kaderimiz önceden bellidir. Biz, tüm
seçimlerimizi ve kaderimizi kendimizin belirlediğini
sandığımız bir illüzyonda yaşamaktayız. Bu illüzyondan
ölerek kurtulmadıkça, bunun farkına da varamıyoruz.
Kendimizi öldürdüğümüzde de, en büyük cezaya tabi olup
pişman oluyoruz. Çünkü, dünyaya gelmemizin amacı, bir an
önce ölerek yüksek boyutlara gitmek, Akaşik kayıtlara
erişmek vs. değildir. Ölümden önce bulunduğumuz boyutta,
biz, kendimiz dünyada insan formunda doğup yaşamayı
seçiyoruz. Sonsuz yaşam safhasındaki bilincimiz, hem
kendimiz için, hem de akaşik kayıtlara ilâve edilecek
yeni tecrübeler için, kendisini sonlu bir geçici hayata
sıkıştırıp, insan denen fiziksel bedende, geçmiş
yaşamını unutarak, doğmayı seçiyor. Beyin denen organ,
tüm illüzyonu bilince yaşatırken, aynı anda bilincin
faaliyette olmadığı anlarda da çalışmaya devam ediyor.
Dünya'daki yaşam, beyin denen cihazın kullanımı için
tasarlanmıştır. Onun bize yaşattığı illüzyonik yaşamdaki
herşey, mucizedir. Fiziksel yaşamdan önceki ve sonraki
bilinç seviyesindeki mucizelerle kıyaslanamayacak bir
seviye olsa da, fiziksel yaşam bir mucizedir. Bunun
farkında olup, düzgün bir hayat yaşamak amaçtır. Ailenin
önemini daha önce vurgulamıştık. Auramız mucizelerden
birisidir. Onu kuvvetli tutmak ve bunu sürdürmek ne
kadar önemli ise, fiziksel bedenimize de iyi bakmak bir
o kadar önemlidir. Sonra, sıra ailemiz ve etrafımızdaki
insanlarla iyi ilişkilere gelir. Sonra da sırada
hayvanlar ve doğayla ilgili ilişkilerimiz vardır.
Spiritüalizm konusunda kendimizi bilgisiz bıraktığımızda
ise halimiz komiktir. Başka insanlara musallat olan
varlıklardan, hayvanlardan korkarız. Bunlardan ve
yarattığı korkulardan kurtulmak için şarlatanlara
gideriz. Geleceği görmek için falcılara gider boşa para
ve zaman israf ederiz. İyileşmek için şarlatanlara para
veririz. Hem iyileşmez, hem de paramızla rezil oluruz.
Düzgün bir insanla evlenmek için adaklar adarız, bir
işin düzgün olması için hayvanlar keseriz. Şartlanmalar
sorgulanmayınca, adetler ve yapılagelenler benimsenir.
Özetle, dünyada yaşayan herkes özünde eşittir ve
tekamülü için kimseye ihtiyacı yoktur, başka canlıları
bunun için öldürmeye de ihtiyacı yoktur. Kimseye
ihtiyacınız olmadan, bedeninize iyi bakabilir, auranızı
güçlendirebilir ve insanlarla iyi ilişkiler içinde
olabilirsiniz. En büyük, ama en büyük pişmanlık,
öldükten sonra, illüzyon bile olsa, dünya yaşamından
kopmadır. Bu bağın ne zaman ve nasıl kopacağını ise
bilmiyorsunuz. Yaşama dört elle sarılın ve doğayla uyum
içinde olun. Doğayla uyum içinde olma, doğayı değiştirip
yönetme değildir. İnsan, doğadan üstün değildir. İnsan
da, doğa da birer mucizedir. İki mucizenin bir arada
uyum halinde yaşama mucizesini sağlamaya odaklanın.
.: Bu yazının PDF halini
buradan alabilirsiniz :.
Ek Okuma Tavsiyesi:
Mellen Thomas
Benedict'in Ölümden Dönme Deneyimi - Türkçe
Near-Death Experience
NDE Story of Mellen-Thomas Benedict - English
Anu Anlatıyor
Virginia Essene, Sheldon Nidle - Galaktik İnsan
Virginia Essene, Tom Kenyon - Hathor Bilgileri
.:
Sorularınız için
:.
|