Nereden geldik? Neden bu
dünyaya geldik? Dünya’daki görevimiz nedir? Ben kimim?
Bu gözlerle gören asıl “ben” kimdir? Dünya’da yaşam
nasıl oluştu? Türlerin zenginliğinin kökeni nedir?
Dünya’yı böylesine özel kılan nedir? Evren’de yalnız
mıyız? Tanrı ya da Allah kimdir? Mutlak Yaratıcı Güç
dediğimiz bu kavram bizden ne bekliyor? Herşey bir
tiyatro mu? Dünya sahnesinde sahnelenen bir tiyatronun
oyuncuları mıyız?
Bu sorular kafanızı
kurcalıyorsa işte size alternatif bir cevap:
ANU
ANLATIYOR
Giriş
Dünyanın sevgili insanları; size selamlar. Ben sizin
ebeveyn ırkınız "Pleaidian"ların bir üyesi olan Anu'yum;
daha belirgin ifade etmek gerekirse, Pleaidian savaş
yıldızı Nibiru'dan olduğumu söyleyebilirim. Bu evrende
yalnız olmadığınızı ve gerçekten de sizi seven ve
koruyan bir ırk olduğunu anlamanız için size evreninizin
ve gezegeninizin tarihini anlatacağım.
Size
bu tarihi genel hatlarıyla, fazla detaya girmeden
aktaracağım. Bunları, Jelaila Starr'ın rehberlik ettiğim
araştırması ("12. Gezegenin Dönüşü" kitabı) sonucunda
elde ettiğimiz bilgileri toplayarak oluşturdum. Ebeveyn
ırkınız olan bizlerin size bıraktığımız İncil adlı
kutsal kitabınızda, bütün söyleyeceklerimi kanıtlayan ve
sizlere aktaracağım tarihi onaylayan bilgiler
bulunmaktadır. Anlatacaklarımın bir noktasında,
Jelaila'nın size bazı kitap ve yazar isimleri vermesini
sağlayacağım; ama her şeyi başka kaynaklardan kendinizin
de araştırmanızı öneririm. Bu ancak kendi kendinize
kanıtlayabileceğiniz bir konudur.
Öncelikle biraz kendimden ve insanlarımdan, yani
atalarınızdan söz ederek başlamak istiyorum.
Sümer, Mısır ve Babil kültürlerinize ait tarih
metinlerinizde benden sıkça söz edilmektedir. Lyran
soyundan gelen safkan bir Pleaidian'ım; diğer bir
deyişle, Avyon Kraliyet Soyu'ndan geliyorum. Kraliyet
kelimesiyle, İnsan prototipinin DNA sarmalına örnek
oluşturması için yaratılmış olan Sananda'nın bir
görünümü olan atamız Amelius'tan söz ediyoruz. Irk
olarak, sizlere göre çok uzun boyluyuz; boylarımız sizin
ölçülerinizle ortalama 3 metre civarındadır. Altın ya da
platin sarısı saçlarımız, mavi gözlerimiz, beyaz
tenlerimiz vardır. Ben 2.97 metre boyunda, platin sarısı
saçlı ve mavi gözlüyüm. Lyra insanları orijinlerinde
platin sarısı saçlı, mavi gözlü ve beyaz tenlidir.
Bedenlerimizin ve saçlarımızın etrafındaki altın renkli
ışık huzmesi, aslan insanlarla ya da bazılarının onlara
verdiği isimle, Feline'ler ile birleşmemiz sırasında
ortaya çıkmıştır.
Atalarım, Lyran takım yıldızında bulunan Vega yıldız
sistemindeki Avyon adlı gezegenden gelmişti. Kurucuların
ve Evrensel Ruhsal Hiyerarşi tarafından öngörüldüğü
üzere Felineler tarafından tohumlanan ve geliştirilen
insan ırkının kökeni Avyon'a dayanır. Aynı zamanda
evrenimizin dokuz kurucusundan biri olan Sananda'nın da
kendisini Amelius olarak gösterdiği yerdir. Amelius,
Avyon gezegenindeki ilk insan bedenindeki ilk ruhtu.
Onun soyu, Amelius soyu olarak bilinir; yani Avyon
Kraliyet Soyu.
Sizin
zamanınıza göre milyonlarca yıl önce, Avyon Kraliyet
Soyu, Pleaides'e göç etti ve oraya yerleşti. Samanyolu
Galaksisi'ndeki diğer yıldız sistemleriyle
kıyaslandığında, gezegenler ve yıldızlar arasında,
Pleaides en yenilerdendir. Ailenin babası Devin
tarafından yönetilen atalarımız, Pleaides'i dokuz
Kurucu'nun yeni evi olarak teslim almışlardı; çünkü
orijinal gezegenleri Lyran Avyon yaşanmaz hale gelmişti.
Bizler bağımsız insanlarız. Ama her zaman öyle değildi.
Nibiru'nun yaratılmasından önce, kendilerini sadece
dişil özelliklerle ifade eden bir ırktık. Nibiru'da
yaşamaya başladığımızdan beri, bize bağımsızlık
eğilimini getiren eril özelliği deneyimliyoruz. Irk
olarak, ikisinin arasında bir denge kurmak için
çalışıyoruz; buna entegrasyon aşaması diyebilirsiniz.
Şimdi
biraz da Nibiru'nun kendisinden söz etmek istiyorum.
Nibiru kızıl renkli, yüzeysel açıdan zengin, güzel bir
gezegendir; yeni bir güneş olarak gelişimini başlatan
ama uzun, çok uzun zaman önce yaşanan küresel bir
felaket yüzünden bu gelişimi duran Jüpiter'e çok benzer.
Güç alanımızdaki altın rengi, ona morumsu bir hale
kazandırır. Bizler sizin gibi gezegenin yüzeyinde değil,
içinde yaşıyoruz. Gezegenimizin dış yüzeyi, sizinkinde
bulunmayan bir tür metalden oluşmuş bir tabakayla kaplı.
Gezegen/gemimizin etrafını saran koruyu güç alanları,
gezegeninizde yaşamış eski kültürlerin - bunlardan biri
de Mısır idi - insanlarının sözünü ettiği parlaklığı
yaratır. Gezegenimizin etrafındaki halkalar, uzayda
yolculuk yapmamızı sağlayan itici gücü oluşturur ve
Nibiru'nun etrafındaki parlaklığı güçlendiren de budur.
Nibiru, Galaktik Federasyon tarafından barışı korumakla
görevli bir savaş yıldızı/gezegen olarak tasarlanmıştı.
Amacı, galaksimizdeki farklı ırklar arasındaki uyumu
sağlamaktır. Pleaides, galaksimizdeki tüm insan ırkının
asıl vatanıdır ve uzun bir süre önce Vega sistemiyle yer
değiştirmiştir.
Nibiru, Dünya'dan dört kat daha büyüktür. Kuşaklar
boyunca uyum içinde yaşayabilecek birçok ırk ve türü
alacak kadar yere sahiptir. Güzel gölleri, denizleri,
okyanusları, dağlan ve vadileri vardır; tıpkı Dünya
gibi. Aklmıza gelebilecek her tür ağaç ve bitki yetişir.
Nibiru, asıl vatanımız olan Avyon'un bir kopyası olarak
tasarlanmıştı.
Avyon'un iki güneşi vardı ve bu da gezegeni tropik bir
cennete çeviriyordu. Gezegen/gemimizin içindeki ışık
yapay olmasına karşın, Nibiru hâlâ yeşil bir cennettir.
Gezegenin bizim yaşadığımız iç tarafında yapay gündüz ve
gece oluşturulmuştur. Dünya'da gördüğünüz bitkilerin
çoğunun tohumları, Nibiru'daki zengin
laboratuarlarımızda geliştirilmiştir. Tıpkı sizin
gezegeninizde olduğumuz gibi, bizim de şehirlerimiz ve
kasabalarımız vardır.
Barışı koruyan bir savaş yıldızı olduğumuzdan, savunma
ve keşif gemileri için devasa boyutlarda bakım ve depo
birimlerimiz vardır. Uzay Yolu adlı dizinizdeki Enterprise adlı gemi, amacı göz önüne alındığında
Nibiru'ya çok benzer.
Ruhsal açıdan yaklaşırsak, Nibiru'nun dişil eğilimli
Pleaidianlar'ın negatifliği deneyimlemesi için büyük bir
fırsat sunduğunu söyleyebiliriz. Kolonileri korumak
zorunda olmak, bizi negatiflikle karşı karşıya getirdi
ve dolayısıyla da korkuyu deneyimleyerek kökenlerini
anlamamızı sağladı. Irk olarak, fazla negatiflikle
karşılaşmadığımız için durgun bir hale gelmiştik.
Negatiftik, ruhsal büyüme açısından büyük önem taşır.
Gezegenimizde hiç negatiftik olmadığı için, gelişme de
olmuyordu. Bu sorunun çözümü, Nibiru'nun yaratılmasıydı.
Nibiru, evrendeki en üstün teknolojiyle donatılmıştır.
Ben henüz çocukken, gezegenin operasyona başlatıldığı o
büyük günü anlatmışlardı. Fazlasıyla eğlence, ziyafet ve
kutlama vardı. Nibiru, bir savaş yıldızı olmaktan öte
önem taşır. Bizim için, ruhsal gelişimimiz için
kendimizi fiziksel ortamda ifade edebilmek için bir
araçtı. Aynı zamanda yeni evimizdi. Nibiru'nun açılışı,
görülmesi gereken bir zamandı. Atam
Niestda, Nibiru'nun ilk hakimi ve kumandanıydı. On yedi
kuşak sonra, Galaktik Federasyon üvey ağabeyim Alalu'nun
görevini bırakmasını isteyince, Nibiru'nun yönetimi bana
verildi. Babamın ölümünden sonra yönetimi devralmış ve
soylu bir şekilde görevini sürdürmüştü. İyi bir
kumandandı ama o zamanlar artık insanların ve
pozisyonunun ihtiyaçlarını karşılayamıyordu. Alalu, Sürüngenlere karşı verilen bir savaşta karısını
ve kızını kaybetmişti. Uzaklaşması gerektiğini
hissediyordu. Altın araması için Dünya'ya gönderildi. Bu
tür yolculuklardan hoşlanırdı ve karısıyla kızının
acısını hafifletmesi açısından yardımcı oldu. Büyük bir
savaşta onunla aramda iktidar mücadelesi olduğu
konusunda yazılar olduğunu biliyorum ama bu doğru değil.
Bunu yapan kişi, torunum Marduk idi. Marduk
hakim/kumandan olduktan sonra, tüm yazılı belgeleri
değiştirdi.
Sizin
zamanınızla M.Ö.2200 yılında Marduk güç kullanarak
elimden alana kadar, Nibiru'nun hakimiydim. 480,000 yıl
önce gezegeninize ilk kez gelmemden uzun zaman önce
yönetmeye başlamıştım. Şimdi kardeşim ve eşim Antu,
kızım Ninhursag, oğullarım Enlil ve Enki, ayrıca bir
grup aile üyesiyle birlikte Pleaidian ana gemisinde
yaşıyorum. Şu anda, zengin lâboratuarlarımızın bulunduğu
Satürn gezegeninin yörüngesinde 5. boyuttayız.
Bu
Pleaidian ana gemisinde Nibiru'dan, diğer gezegenlerden
ve galaksilerden gelen ırklar, Dünya ile ilgili İlahi
Plan'ın yerine getirilmesi için ortak görevlerini
sürdürüyorlar. Bunların birçoğu, siz Dünya insanlarının
yıldız tohumlarını veren diğer ırklardır. Ayrıca, yıldız
tohumlarının ebeveyn ırklarının bazı temsilcileri de
bizimle birliktedir; Dünya'da enkarne olmuş çocuklarına
rehberlik vermek amacıyla transfer ruhlar da bu
gemidedir.
Dünya
üzerindeki insanlarımız aracılığıyla sizinle çalışmak
çok heyecanlı bir iş. Onlar Galaktik Federasyon'un
Nibiruan Konseyi'nin elçileri ve aynı zamanda da
"Avyonian"lar olarak bilinmektedir. Aranızda enkarne
olmuş bu çok sayıdaki elçiler, gerçek atalarınızla
ilgili bilgileri yaymakta, sizler 3. Boyut
gerçekliğindeki son sahneyi oynamaya hazırlanırken,
bizim getirdiğimizi yardımla ilgili güzel haberi
vermektedirler. Yalanda bu büyük oyunu bitirecek ve 5.
Boyut gerçekliğine geçerek yeniden bizlere
katılacaksınız. Çoğumuz 5. ve daha yüksek boyutlarda
yaşamamıza karşın, şimdi Nibiru 4. Boyut'tadır.
Pleaidian ana gemisindeki bizler ise 9. Boyut kanalıyla
6. Boyut'tayız ve bu zamanda enkarne olduk.
Ben,
Galaktik Federasyon'un Nibiruan Konseyi'nin 6. Boyut
Bölümü'nün başıyım. Şu anda en önemli görevimiz, adına
"DNA Kodlaması ve Yeniden Bağlantı" süreçte insanlığa
yardımcı olmaktır ama aynı zamanda evreninizin ve
gezegeninizin tarihini öğrenmeniz için de çalışıyoruz.
Bu süreçte, Dünya Ruhsal Hiyerarşisi'nin Christos Ofisi
ile de çalışıyoruz. Biraz sonra bu konuda biraz daha
bilgi vereceğim. Nibiruan Konseyi, oldukça büyük, çok
katmanlıdır ve Dünya'nın yanı sıra gezegeninizdeki diğer
gezegenlere de yardım sağlar. Birçok galaksiden ve
yıldız sistemlerinden gelen varlıklarla birlikte
çalışıyoruz.
Şu
anda rehber ırkımız olan ve Sirius A'da yaşayan
Felineler ile yakın bağlantıdayız. Buna Sirian/Pleaidian
İttifakı deniyor. Sözünü ettiğim bu DNA Kodlaması
üzerinde birlikte çalışıyoruz. Size ebeveynlik etmemizin
dışında, aynı zamanda tarihinizle ilgili yeterince bilgi
almanızı da sağlıyoruz. Felineler, astral
bedenlerinizdeki DNA implantasyonunu ayarlıyor ve eterik
bedenlerinizdeki on iki sarmallı DNA liflerini endokrin
sisteminize yerleştiriyorlar. Christos Sirianları Dünya
üzerinde Yeniden Kodlama sürecine girmeye hazır olanlara
ulaşabilmemiz için bize yardım ediyorlar. Bu kişilerin
rehberleriyle birlikte çalışıyor, süreç için temizliğin
ve arınmanın sağlanmasına uğraşıyorlar.
Şimdi, evreninizin tarihini sizlerle paylaşmak için
birlikte bir zaman yolculuğuna çıkmamızı öneriyorum.
Başlangıç
Evrenimizdeki her şey, Mutlak Yaratıcı'nın bir
parçasıdır. Basitleştirmek için "O" şeklinde söz
edeceğim Mutlak Yaratıcı, mutlak bir üstünlük ve mutlak
bir mükemmellik durumundaydı. Bir süre sonra bu durum
O'nun için bir hayli sıkıcı bir hal aldı ve Kendisi'ni
daha fazla deneyimlemek istediğine karar verdi. Bunu
yapmak için, Kendisi'ni parçalara ayırması gerekiyordu
ve bunu yaptı. Kendisi'ni binlerce küçük parçaya ayırdı.
Her birisi birer İlahi Yaratıcı oldu. Her biri O'nun bir
kopyasıydı ve onlara "İlk Kaynak Ruhları" adını verdi.
Her biri yaratma, kendini ifade etme, mantık yürütme ve
her türlü duyguyu hissetme yeteneklerine sahipti. Temel
olarak, hepsi tıpkı O'nun gibi Tanrılar idi.
İşte
size bu yüzden "enkarne olmuş" Tanrılar diyoruz ve biz
de öyleyiz. Her biriniz İlahi Yaratıcı'nın bir
parçasıyız; tıpkı ben ve diğer herkes gibi. Her birimiz
eşitiz, çünkü aynı mantık yürütme, yaratma vs.
yeteneklere sahibiz. Kendi gücümüzle yaptığımız şey bu
ve bu konuda hissettiklerimiz de eşitsizlik duygusuna
neden oluyor.
Bu
yeni İlk Kaynak Ruhları, melekler ve enkarne ruhlar
olmak üzere iki gelişim grubuna bölündüler. Enkarne
ruhların gelişim sürecinde on iki boyutu ve meleklerin
de kendi gelişimleri için yedi boyutu tamamlamaları
gerekiyor.
Melekler ve enkarne ruhlar birbirleriyle ayrı ayrı
gelişemezler, dolayısıyla gelişmelerini tamamlayabilmek
için birbirlerine ihtiyaçları vardır.
Gelişebilmek için, ruhlar gelişim yaratacak bir şeyleri
deneyimlemeye ihtiyaç duyarlar; bu yüzden, Mutlak
Yaratıcı, adına Kutup Entegrasyonu denen ana Oyun ile
birlikte alt oyunlar yaratmıştır. Oyun, Işık ve Karanlık
rollerini gerektirir. Amaç, ikisinin de tüm yönlerini
öğrenmek ve entegre etmektir; yani Kutup Entegrasyonu.
Ruh buna ulaştığında, Mutlak Yaratıcı'ya geri dönmesi
gerekir.
Mutlak Yaratıcı, kutup entegrasyonunu kolaylaştıracak
araçlar da yaratmıştır. Buna, 13. Boyut Şefkat Formülü
denir. Mutlak Yaratıcı sevginin özü olduğundan, amaç
oynanan rollere bağlı olmaksızın tüm yaratıklara karşı
koşulsuz sevgiyi ve şefkati öğrenmektir. Bu formül,
gezegensel Oyun sona ermeden önce bütün ruhlara verilir.
Formül, gezegendeki ruhların tamamına herhangi bir
ayırım yapılmadan sunulur. Bu formülü kullanarak
bedenlerindeki negatif duyguları tamamen salıverir ve
böylece aydınlanırlar. Bu işi yeterli sayıda ruh
tamamladığında, gezegen bir sonraki boyuta geçer ve
böylece onlardan yukarıda bulunan diğer gezegenleri bir
adım daha iterek Mutlak Yaratıcı'ya yaklaştırırlar.
Bu
oyunun yaratılmasından sonra, İlahi Planlar gelmiştir.
Her evren, galaksi, yıldız, gezegen ve ruh, bir İlahi
Plan'a sahiptir. Hiyerarşilerdeki melekler, bu planları
yönetir ve rehberlik eder. Meleklere ait İlahi Planlar
da vardır. Bireysel olarak sizler de birer İlahi Plan'a
sahipsiniz. Aynı zamanda ruh grubunuzun, gezegeninizin,
galaksinizin ve evreninizin İlahi Planları'nda da
çalışıyorsunuz. Bu kadar yoğun olmanıza şaşmamak gerek!
Evrensel İlahi Planımız
Evrensel İlahi Planımız, yeni organize olmuş Evrensel
Ruhsal Hiyerarşi ve Oyun Mühendisleri'nden oluşan
Kurucular (90 Feline ve Carian'dan oluşur) tarafından
yaratıldı. Kurucular, İlk Kaynak Ruhları'ın bir araya
gelmiş küçük bir grubuydu. Gezegeninizdeki birçokları bu
Kurucuları "Dokuzlar Konseyi" olarak bilir.
Kurucular, Mutlak Yaratıcı'nın Kutup Entegrasyonu
Oyunu'nu kurulacak olan evrenlerinin oyunu olarak
seçtiler. Aynı oyunu tamamlamış olan başka bir evrenin
varlıklarından yardım istediler. Bunlar, Felineler ve
Carianlar idi. Kendi
evrenlerinde, Felineler Işık Güçleri'ni ve Carianlar ise
Karanlık Güçleri'ni temsil ediyorlardı. Evreni
oluşturmaları, yaşam formlarını ve ruhları taşıyacak
bedenleri, gezegenleri ve yıldızları yaratmaları
istendi. Yıldız kapılarının, boyutların, portalların ve
ızgaraların da yaratılması gerekiyordu. Feline Evrensel
Yapı Mühendisleri gezegenleri yarattılar ve Feline
Genetik Mühendisleri de yaşam formlarını oluşturdular;
bu arada Carian Manyetik Mühendisleri de yıldız
kapılarını, boyutları, portalları (çıkış giriş yerleri)
ve ızgaraları yaratma işini üstlendi.
Şekil 1. Mutlak Yaratıcı ve Boyutlar
Oyun
için yaratılan iki temel ırk, İnsanlar ve Sürüngenler
idi. İnsanlar, Felineler'in görünümünde ve Sürüngenler
de Carianlar'ın görünümünde yaratıldı. İş
tamamlandıktan sonra, Kurucular başka bir Feline ve
Carian grubunun yardımcı olmasını istedi. Bu kez Oyun'un
kendisi yaratılacaktı. Bunlar Oyun Mühendisleri idi ve
ricaya cevap veren 90 varlık çıktı. Her
biri Kutup Entegrasyonu Oyunu'nda deneyimliydi ve birçok
evrende, galakside ve gezegende, sayısız ruha bu oyunu
oynatmışlardı. Hepsi İlk Kaynak Ruhları'ndandı.
Kurucular, 90 Oyun Mühendisi ile toplandı ve Oyun'un
planı hazırlandı. Oyun'un başlaması için 9. Boyut'ta 90
varlık ikiye ayrılacak, 45'i Sürüngenlerin Lucifer
Soyu'na ve 45'i de İnsanların Amelius Soyu'na
doğacaklardı. Bu, iki ırka Kurul Entegrasyonu Oyunu'nun
tamamlanmış haliyle ilgili bilinçaltı anılarını
yerleştirecekti. Oyun Gözlemcileri, On İkiler Konseyi ve
Yirmi Dörtler Konseyi olarak 11. ve 10. Boyutlarda görev
yapacaktı. Oyun Yöneticileri, Dokuzlar Konseyi olarak
12. Boyut'ta kalacaktı.
Herkes rolleriyle ilgili bilgiyi aldıktan sonra, 90 Oyun
Mühendisi aralarından birini Dokuzlar Konseyi'nde
kendilerini temsil etmesi için seçti. Bu varlık Devin
idi. Devin, Dokuzlar Konseyi'nin dokuzuncu üyesidir.
Devin'in rolü, Amelius Soyu'nda doğarak ve aile reisi
olarak Oyun'u başlatmaktı. Ondan sonraki görevi Dokuzlar
Konseyi'nde kalarak, gezegensel ve galaktik oyunların
belli aşamalarında diğer 89 varlığı uyandırmaktı.
Evrendeki ruhların hepsi Kutup Entegrasyonu'nu
tamamladığında, oyun bitecek ve evrenimiz yeniden Mutlak
Yaratıcı ile birleşecekti. Şimdi sizinle birlikte
üzerinde çalıştığımız şey bu. Dünya'daki Kutup
Entegrasyonu Oyunu'nun tamamlanması, evrenimizi Mutlak
Yaratıcı ile yeniden birleşmeye bir adım daha
yaklaştıracak. Şimdi, galaksimizin sizi ve beni
ilgilendiren İlahi Planı'nı açıklayacağım.
Galaktik ilahi Planımız
Galaksimizin planı dahilinde, Kutup Entegrasyon
Oyunumuz'da gelişmekte olan dört temel ırk vardır. Şimdi
bu hikayede önemli roller oynayanlardan söz edeceğim.
Bunlar İnsanlar ve Sürüngenler ile Felineler ve
Carianlardır. Evrenimizde başka
enkarne varlıklar da olmasına karşın, onlar da İnsanlar
ve Sürüngenler gibidir ve dolayısıyla onlar da
Felineler'in ve Carianların çocuklarıdır.
İlahi
Plan'da Sürüngenler Karanlık Güçleri'ni ve İnsanlar da
Işık Güçleri'ni temsil etmek üzere hazırlanmıştır. Ama
gelişimimiz ve yaşamlarımız boyunca her birimiz bu
ikisini de deneyimleriz.
İnsanların ve Sürüngenlerin orijinal DNA planlarını
Felineler hazırladı. Carianlar ise, her iki ırk da
kendini savunacak hale gelene kadar onları koruma
görevini üstlendi. Her ruh grubu, planda oynadıkları
rollerden dersler alacaklardı. Durum aslında bu
anlattıklarımdan çok
daha karmaşık ama anlaşılması için basitleştirmek
zorundayım.
Sürüngenler ve İnsanlar, 13. Boyut Şefkat Formülü'nü
kendi kodlarında aktif hale getirmek için korkudan,
nefretten ve önyargıdan özgürleşmek zorundadır. Böylece
sevgiye değer verebilir ve birbirlerinin farklılıklarını
takdir edebilirler. Bu hâlâ gelişim amacımızdır ve
galaksimiz bu tiyatronun sergilenmesi için sahneyi
sağlamaktadır.
Dünya'nın ilahi Planı
Bir
kez daha son derece karmaşık bir planla karşı
karşıyayız. Bu plan, Avyonian İlahi Planı'nın ve Eterik
Sirianların İlahi Planı'nın tamamlanmasını da
içermektedir. Eterik Sirianlar, Kurucular tarafından
Sirius B'te getirilmiş ve daha sonra da ev olarak
kendilerine Dünya gezegeni verilmiş Lyran İnsanları'dır.
Avyonian İlahi Planı'nın tamamlanması, Eterik
Sirianlar'ın kendi planlarını tamamlamalarını
sağlayacaktır. Devam
etmeden önce, her ırkın geçmişiyle ilgili biraz bilgi
vermenin gerekli olduğunu düşünüyorum.
Felineler Felineler, birçoğunuzun Aslan İnsanlar dediği ırktır.
Kendini çoktan tamamlamış bir evrendendirler ve
galaksimiz oluşum aşamasındayken gelmişlerdir. Kurucular
ve Evrensel Ruhsal Hiyerarşi tarafından, evrenimizin baş
genetik uzmanları olarak davet edilmişlerdir. Sirius
Takım Yıldızı'nda Sirius A olarak bilinen yıldız
sisteminde yaşarlar. Sirius B'yi kolonileştiren
insanlarla karıştırılmamaları gerekir, insanlar daha
Lyra'dan gelmeden çok önceleri bile, Felineler Sirius
A'da yaşıyordu. Sirius Yıldız Sistemi'nde üç yıldız
vardır. Sirius A, Sirius B ve Sirius C. Sirius B, ilk
yıldızdı ve sonrasında Sirius A ve C oluştu. İnsanlar
Lyran Takım Yıldızı'ndaki Vega Sistemi'nden ayrılıp
Sirius B'ye geldiklerinde, Felineler'den çok yardım
gördüler. Sirius C şu anda malzemeler için uzay depoları
olarak kullanılmaktadır. Tiamat ve Nibiru, Sirius B'nin
parçalarıdır. Bir savaş yıldızı yaratılmasına karar
verildiğinde, atalarımız Pleaides yakınlarında uzayda
başıboş dolaşan bu dev kaya kütlesini keşfettiler ve onu
savaş yıldızı/gezegen haline getirmeye karar verdiler.
Dolayısıyla Nibiru'nun Sirian ve Pleaidian bir gezegen
olduğunu söyleyebilirsiniz.
Felineler kendi evrenlerinde olduğu gibi, bizim
gezegenimizde de baş genetik uzmanları oldular.
Evrenimizdeki gezegenlerde ve yıldız sistemlerinde
bulunan tüm yaşam formlarının DNA planlarını onlar
hazırladı. Buna bitkiler, hayvanlar ve enkarne olacak
ruhlar için fiziksel araçların tasarımı da dahildir.
Kızılaltın saçlı ve genellikle ela ya da yeşil gözlü,
uzun boylu yaratıklardır. Felineler son derece gelişmiş,
güçlü, sevgi dolu, nazik ve yardımsever varlıklardır.
Savaşta yaralandığımızda, evrenimizin doktorları olarak
onlara gideriz. Herhangi bir savaşta asla taraf
tutmazlar, çünkü entegrasyon ve koşulsuz sevgi
derslerini çoktan tamamlamışlardır. Ayrıca
enkarnasyonlar sırasında fazlasıyla zarar görmüş
ruhlarla da onlar ilgilenirler. Bu ruhlar, ölümden sonra
ilgilenilmesi için Felineler'e gönderilir.
Felineler görevlerini yerine getirmek için 6. Boyut'ta
bulunurlar ama aslında daha yüksek boyutlara ait
varlıklardır. 6. Boyut, yaratılış boyutudur ve bu
boyutta enerji fiziksel hale gelir. Felineler,
evrenimizdeki çeşitli gezegenlerin ve galaksilerin
Ruhsal Hiyerarşileri ile yakın bağlantıda çalışırlar.
Bir ruh grubunun bir gezegene ve enkarnasyon için
fiziksel bir araca ihtiyaç duyulduğuna karar
verildiğinde, gezegeni hazırlamak ve fiziksel bedenleri
yaratmak Felineler'in görevidir. Gezegenleri
yarattıkları zamanlar da olur.
Felineler, Dünya tarihinde çok karşınıza çıkmışlardır.
Dünyanın her yanında görülen Sfenksler, varlıklarına
dair en güzel kanıtlardır. En büyük hayvan olmadığı
halde Aslan'ın neden ormanların kralı olduğunu hiç
düşündünüz mü? Aslanları ve diğer tüm kedileri, Sirius
A'ya bilgi aktaracak vericiler olarak Felineler
bıraktılar. Özellikle aslanlar ormanların kralı haline
getirildi, böylece öldürülmesi engellenerek, binlerce
yıllık Dünya tarihi boyunca bilgi aktarımını
sürdürmeleri sağlandı. Kediler, 3. ve 6. Boyutlar
arasında iletişim sağlarlar.
Kralların ve kraliçelerin sık sık yanlarında kedi
gezdirdiklerini bilirsiniz. Antik zamanlarda, Mısır
Firavunları da kediler aracılığıyla Felineler'den
rehberlik alırlardı. Kedi gözü diye tanımlayabileceğiniz
birine rastlarsanız, muhtemelen kısmen Feline kökenli
olmalarından kaynaklandığını anlayabilirsiniz.
Carianlar Carianlar, kuşumsu özellikler taşıyan, uzun boylu
varlıklardır. Felineler ile aynı evrenden gelmişlerdir.
Felineler ile birlikte, Sirius A'da yaşarlar.
Carianlar'ın amacı, herhangi bir gezegende ya da yıldız
sisteminde fiziksel gelişimlerini sürdüren ırkları
korumaktır. Lyran insan primatlarını, kendilerini yok
etmek isteyen Sürüngenlerden koruyanlar onlardı.
Carianlar aynı zamanda ızgara sistemlerinin, yıldız
kapılarının ve portalların yaratılmasından sorumludur.
Felineler genetik mühendisken, Carianlar da manyetik
mühendislerdir. Carianlar da Dünya tarihindeki
varlıklarını Phoenix ve Kartal biçimlerinin yanı sıra
Kuzgun ve Şahin ile kanıtlamaktadırlar. Bu kuşlar
birçokları için kutsaldı ve hâlâ da öyledir.
Carianlar, Felineler ile el ele çalışırlar. İnsanlar
gibi doğa koruyucuları hâlâ gelişim aşamasındayken,
gezegenleri ve yıldızları onlar korurlar. Gelişen
gardiyan ırklar gezegeni kendileri koruyabilecek hale
geldiklerinde, görevleri biter. Carianlar, Nibiru
yaratılmadan önce galaksimizdeki İnsan kolonilerini
korumakla görevliydi.
Carianlar, korumayı sağlamak için askeri silahlar
kullanmazlar. Bunun yerine, bir gezegene giriş
çıkışları, boyutlar arası geçişleri denetlemek için
kapılar yaratır ve portalları kilitlerler.
Sürüngenler Sürüngenler, birçokları tarafından Reptoidler olarak da
bilinir. Orion Takım Yıldızındaki Aln gezegeninde,
insanlardan çok uzun zaman önce yaratılmışlardır.
Sürüngenler önce yaratılmış, böylece teknolojik
üstünlüğe sahip olmaları sağlanmıştır. İnsanlar daha
Vega okyanuslarından yeni çıkarken, onlar çoktan yıldız
gemilerini yapmışlardı bile. Aynı
zamanda Yılanlar, Ejderhalar ya da Kertenkeleler olarak
bilinen Sürüngenler, farklı türlerde, renklerde ve
boylarda olabilir. Genellikle yeşil, kahverengi, bronz,
siyah renklidirler ya da bu renklerin bir bileşimini
taşırlar. Gözleri yeşil ya da kızıldır. Tenleri pullarla
kaplı ya da pürüzsüzdür ve soğuktur. Beş duyuları vardır
ama tüm duyguları hissedemezler.
Sürüngenlerin yuvası Orion Takım Yıldızı ve komşusu,
Ejderha insanların yaşadığı Sigma Draconi'dir.
Sürüngenler, galaksimizdeki birçok gezegeni ve yıldız
sistemini kolonileştirmiştir. Galaksiye sahip oldukları
ve istedikleri gezegeni ya da yıldızı
kolonileştirebilecekleri şeklinde bir yaratılış miti
verilmiştir. Eğer orada yaşayan başka bir ırk varsa,
onları yok edebilirler ve etmelidirler. Şimdi
ırkların neler hissettiğini tahmin edebilirsiniz! Bu
yaratılış miti, birçok gezegende yıkıma neden olurken,
iki tarafta da sayısız insan öldü. Ama Sürüngenler'in
eril ya da karanlık tarafı, İnsanlar'ın da dişil ya da
aydınlık tarafı temsil etmek üzere Kurucular tarafından
yaratıldığını unutmayın. Yani lütfen, onları
yargılamayın; çünkü sadece rollerini oynuyorlar.
Sürüngenler, Dünya gezegenini birçok kez
kolonileştirdiler. Önce, henüz Tiamat'ken
kolonileştirdiler ve sonra Tiamat ikiye ayrıldı ve büyük
parçası Dünya haline geldi. Ama ikinci yapılan
kolonileştirme, gerçek bir
kolonileştirme değildi. Bunun
yerine, Tiamat'ın yok oluşu sırasında ve sonrasında yer
altına inen Sürüngenler'in arta kalanlarının yeniden
organize edilmesiydi. Modern tarihinizde gördüğünüz
yılanlar ve kertenkeleler, bu sürüngenlerin
torunlarıdır. Ejderhalar de buradaydı ve uçan
ejderhalarla ilgili mitleriniz aslında mit filan
değildir; hepsi gerçektir!
Sürüngenler teknolojik açıdan, ruhsal olana göre çok
daha ileridirler. Biz İnsanlar dişil enerjimizi
dengelemeyi öğrenirken, Sürüngenler de eril yönlerini
dengelemeyi öğreniyorlar.
İnsanlar İnsan
ırkı, Lyran Takım Yıldızı'ndaki Vegan Yıldız Sistemi'nin
Avyon adlı gezegeninde gelişmiştir. Daha önce de sözünü
ettiğim gibi, İnsanlar, Felineler'in görünümünde
yaratılmıştır. Onlara Sürüngenlerinkinden farklı bir
yaratılış miti verilmiştir. İnsan
yaratılış miti, insanların da istedikleri gezegeni ya
da yıldızı kolonileştirebileceğini ama eğer başka bir
ırkla karşılaşırlarsa, onlarla barış anlaşması yaparak
uyum içinde yaşamaları gerektiğini söyler. Hem
Sürüngenler hem de İnsanlar, saf bir DNA lifi taşırlar.
Bunlar, Kraliyet Soyları'dır. Sürüngenler'in Kraliyet
Soyu, Aln Soyu'dur. İnsanlar'ın Kraliyet Soyu ise Avyon
Soyu'dur. Bu
dört temel ırkın geçmişleriyle ilgili bazı bilgilere
sahip olduğunuza göre, şimdi devam edebiliriz.
Öncelikle, Felineler'in insan ırkını yaratmaya hazır
olduğu zamandan başlayalım. Bu dönemde Felineler'in,
Sürüngenleri çoktan yaratmış olduklarını ve onların da
yıldız gemileri yapacak düzeye geldiklerini tekrar
hatırlayalım.
Felineler, yeni İnsan ırkının yaratılışı için Avyon'da
tohum çalışmalarına başladılar. İnsanlar öncelikle
okyanusta başladı ve sonradan karaya çıktı. Darwin adlı
bilim adamınız insanların okyanusta ortaya çıktığını
söylediğinde, haklıydı. Okyanus primatlığı
aşamasındayken, Felineler bu primatların büyük bölümünü
alıp iki ayaklı insan haline getirdi. Geride kalan
primatlar, yani balinalar ve yunuslar, Avyon'un
biyosferini korumak üzere suda bırakıldı. Biyosferin
korunması, yaşam olan herhangi bir gezegen için hayati
önem taşır. Avyon
insanları uzay yolculuğu yapabilecek seviyeye
ulaştıklarında, Lyran takım yıldızındaki başka bir
gezegeni kolonileştirdiler. Bu gezegene "Avalon" adını
verdiler. Yeni koloni, dişil odaklı bir toplum
oluşturdu. Bir süre sonra Sürüngenler geldiler ve eril
odaklı toplum yapılarıyla birlikte üstün teknolojilerini
de beraberlerinde getirdiler. Bu iyiydi, çünkü kutup
entegrasyonu için ilk fırsatı sunmuştu. Ne yazık ki,
yeterince ruhsal bilgi ve deneyim olmadığı için, sonunda
anlaşmazlık ve çatışma ortaya çıktı. Bunu açıklayayım:
İnsanların Avyon'dan dışarı yolculuk edebildiklerini
gördüklerinde, Sürüngenler tehdit edildiklerini
hissettiler. Ya İnsanlar tüm galaksinin kontrolünü ele
geçirirlerse ne olacaktı? O zaman Sürüngenler nerede
yaşayacaktı? Kendi kafalarında, bunun durdurulması
gerektiğine karar verdiler. Başlangıçta, Sürüngenler ve
İnsanlar arasında açık bir mücadele olmadı. Bu
Sürüngenlerin tarzı değildi. Bunun
yerine, Sürüngenler her zamanki yollarını tercih
ettiler. Koloninin içine sızmaya ve insanlar arasında
uyumsuzluk yaratmaya başladılar; aynı zamanda kendi
teknolojilerini sunarak, İnsanlar'ın güvenini ve
dostluğunu kazandılar. Bu, teknolojik açıdan gelişmek
isteyenlerle ruhsal açıdan gelişmek isteyenler arasında
bir ayırım yarattı. Bu ayırım, bir iç savaşa yol açtı ve
bu noktada Sürüngenler eril enerjiyi savunan
kolonicilerin tarafına geçti; mücadele neredeyse tüm
koloninin ve gezegenin yok olmasıyla sonuçlanıyordu.
Tarih
kitaplarınıza bakarsanız, gezegeninizdeki savaşlarda da
Sürüngenlerin etkilerini ve taktiklerini görebilirsiniz;
önce ikilik yaratacak tohumlar ekerler ve sonra yıkıma
yol açacak şekilde taraf seçerler.
Avalon kolonisinin neredeyse yok olmanın eşiğine
gelmesinden sonra, Kurucular buradaki İnsanları Sirius
B'ye taşımaya karar verdiler; ama bu kez gelişim
süreçlerinde Sürüngenlerin karışmasına izin
verilmeyecekti. Bu plan kısmen başarılı oldu.
Ortaya çıkan şey, şimdi Sirian İnsanları olan ırkın
arasında bir bölünmeydi. Kendilerini ruhsal gelişime ve
dişil odaklı Lyran yaşam tarzına adamış olan eterik
(fizik dışı) insan grubu, yani Eterik Sirianlar, buna
devam ettiler. Bu grubun lideri, Amelius'tan başkası
değildi. Sirian İnsanları'nın geri kalanı, fiziksel
durumlarını korumaya karar verdiler. Fiziksel
durumdakiler, eril odaklı Fiziksel Sirianlar denen
insanlardı.
Kurucular ve Ruhsal Hiyerarşiler, Kutup Entegrasyonu'nun
devam etmesi için, yine bu insanların yeni yerlere
götürülmesi gerektiğine karar verdi. Bu kez, Orion Takım
Yıldızı'ndaki Aln ve Tiamat gezegenleri seçildi.
Fiziksel Sirianlar eril odaklı olduklarından,
Sürüngenlerin evi olan Aln'a gönderildi ve kısmen
Sürüngenlerin arka bahçesinde yeni bir koloni kurmaları
sağlandı. Bu grup, Orion İnsanları haline geldi. Bu
adımın, kendilerini ve eril taraflarını daha iyi
anlamalarını sağlayacağı umuluyordu. Ama bu durum
Sürüngenleri hiç memnun etmedi ve savaşın tekrar
başlayıp Alnian kolonisinin neredeyse yok oluşun eşiğine
gelmesi çok sürmedi.
İnsan koloniciler, Sürüngenler
tarafından köleleştirildi. Zaman
içinde Alnian kolonisi yeniden kuruldu ve entegrasyon
oyunu devam etti ama şimdi oyunda yeni bir grup daha
vardı; Karanlık Birlik.
Karanlık Birlik, kendilerini
köleleştiren Sürüngenlere karşı bir direniş hareketi
olarak Orion İnsanları'nın arasından başladı. Daha
sonra, Karanlık Birlik'ten bir grup insan kaçtı ve yeni
bir başlangıç yapmak için Tiamat'a geldi.
Sirius B'den gelen Eterik Sirianlar, Tiamat'ı yeni
evleri olarak almışlardı. Eterik Sirianlar, gezegenin
koruyuculuğu görevlerine devam edebilmek için, yine
fiziksel hale gelmek zorundaydılar. Felineler bu
ihtiyacın karşılanması için yine yardım etti.
Eterik Sirianlar geldiklerinde, yeni gezegen koruyucusu
ırkı okyanus primatları olarak bulmuştu. Eterik
Sirianlar bu yeni ırkın koruyuculuğu görevini aldı ve
gelecekteki fiziksel araçlarına sevgiyle bakarak, ruhsal
ve fiziksel ihtiyaçlarını karşıladı.
Eterik Sirianlar'dan bazıları zamanlarını gezegendeki
hayvanların vücutları içinde geçirmeye başlayana kadar
hayat böyle devam etti. Bu durum, bir süre sonra diğer
Eterik Sirianlar için gerçek bir endişe haline geldi.
Düşüncenin gerçekleştiğini biliyorlardı ve eğer
kardeşleri zamanlarını o bedenlerin içinde geçirmeye
devam ederlerse, zaman içinde eterik olduklarım unutarak
fiziksel durumda sıkışıp kalacaklarını anlıyorlardı.
Dünya'daki İnsanlık da aynı durumu yaşadı. Dünya'daki
İnsanlar, fiziksel bedenlerin içinde yaşayan ruhlar
olduklarını unuttular. Bunun yerine, ruhu olan fiziksel
bedenler olduklarına inanmaya başladılar. İşte Eterik
Sirianlar'ın başına gelen buydu.
Kozmik Özgür İrade Yasası'na göre, diğer Eterik
Sirianlar kardeşlerini durduramazlardı. Bu yüzden,
durumu düzeltmek için bir plan yapıldı. Eterik
Sirianlar'ın bir bölümü Christos Sirianları olacak ve
Christos Ofisi'ni oluşturacaklardı. Bu grup, gezegenin
Ruhsal Hiyerarşisi'ne eklenecek ve kardeşlerinin (Dünya
Sirianları) hayvan bedenlerinden kurtarılması için
çalışacaklardı. Bu planın tamamlanması da birçok
galaktik plan gibi, milyonlarca yıl sürecekti. Şimdi
Sürüngenlere geri dönelim.
Sürüngenler, yeni bir gezegenin yaşam sunmaya hazır
olduğunu duymuşlardı. Bunun kendi doğal hakları olduğuna
inandıklarından, kolonileştirmek için Tiamat'a doğru
yola çıktılar. Oraya ulaştıklarında, Eterik Sirianlar
tarafından izlenen insan primatlarının başlattığı
uygarlıkları gördüler.
Kurucular, Sürüngenlerin Tiamat'ı kolonileştirmesine
izin verdiler, çünkü bunun kutup entegrasyonunda başarı
kazanılmasını sağlayacağına inanıyorlardı. Eterik
Sirianlar, onları yumuşatmayı ve yaratılış mitlerinden
kurtulacaklarını umarak, Sürüngenlere pozitif enerji
göndermeye başladılar. Eğer bu başarılırsa, Sürüngenler
ve insan primatları, uyum içinde yaşamayı
başarabilirlerdi. Bir süre için bunu başardılar.
Sürüngenlerin gelişinden kısa bir süre sonra, Amelius,
Devin'in Lyran Avyon'daki evinden ayrılmasını ve insan
primatlarının DNA'larına katkıda bulunmak için Tiamat'a
gitmesini istedi. Amelius Kraliyet Soyu, evrendeki tek
saf insan DNA'sına sahipti ve gelecekteki DNA
gelişimlerinin korunması için diğerlerinden ayrı
tutulması gerekiyordu. Bu gelişim, şimdi İnsan ırkını
Sürüngenlere daha eşit bir hale getirecekti. Teknolojik
açıdan hâlâ gelişmemiş olmalarına karşın, ruhsal açıdan
daha ilerideydiler ve ruhsal olgunluk, kutup
entegrasyonunu tamamlamak isteyen bir ırk için
vazgeçilmez özelliklerden biriydi.
Amelius Soyu
Avyon Kraliyet Soyu
Amelius, Avyon'da ilk fiziksel insan aracı olarak
geliştirilen bedende enkarne olan ruhtu. Amelius,
Avyon'da bir soy başlattı ve ardından Devin ile İbrahim
geldiler; böylece sırasıyla Pleiadian Avyon ve Pleiadian
Dünya insanlarını başlattılar. Amelius, yüksek benliği
Sananda ile yaptığı anlaşmaya sadık kaldı ve diğer sekiz
Kurucu da onu izledi. Felineler'in bir sureti olarak
üretilmiş insan prototipi için saf DNA örneğini korudu;
buna göre saf insan ırkı uzun boylu, platin sarısı
saçlı, mavi gözlü ve beyaz tenli olacaktı. Devin
ve ailesi Tiamat'taki görevlerini tamamladıktan sonra,
yine Amelius soyunu başlatmak için bu kez Pleiades'e
gittiler. Kolonileştirmek için bir gezegen seçerek adına
Avyon dediler; bu, Pleaides'in kayıp yedinci kız kardeşi
ve Lyran takım yıldızındaki evleri olan gezegenin adına
yapılmış bir jestti. İbrahim'in soyundan gelenlere yeni
evleri olarak Canaan (Kenan bölgesi) verilirken, Devin'e
de Pleaides verildi. Devin
ve geniş ailesi, bir kez daha genetik yapıyı korumak
konusunda verdikleri sözü tuttular ve kendi aralarında
evlendiler. Ayrıca dişil kutba eğilim gösterdiler.
Kuşaklar sonra fazlasıyla durağan bir hale geldiler ve
eril yönlerini bastırdılar. Bu durağanlaşma, Kurucular
ve Oyun Mühendisleri tarafından daha evren için Oyun
tasarlanırken planlanmıştı. Şimdi
durağanlaşmış olan ruhsal gelişimlerini yeniden
hareketlendirmek için, Avyonianlar evrensel kutup
entegrasyonu planında bir sonraki adıma geçeceklerdi:
Eril kutup odaklı Sürüngenler tarafından Avyon'un yok
edilmesi! Bu
olay Avyonianlar'ın psişik yapılarında Sürüngenlere
karşı öylesine güçlü bir duygusal engel yaratacaktı ki
entegre edilmesi milyonlarca yıl sürecekti. Bu da kutup
entegrasyon oyununun çok ama çok uzun süreceğini
garantiliyordu. Bu Avyonian engeli, Nibiru'daki Avyon
Kraliyet Soyu aracılığıyla Dünya'ya aktarılacaktı. Bu
dev engelin entegrasyon yoluyla çözülmesi, Dünya
gezegenini Oyun'un son yıllarında Foton Kuşağı sayesinde 5. Boyut'a
geçirecekti.
Pleaidian Avyon'un yok edilmesinden sonra, Amelius Soyu,
Nibiru'ya gönderildi. Bu, Avyon Soyu'ndan bir kızın
başka bir Pleaidian gezegenine evlenmeye gönderilmesiyle
gerçekleşti. Bu birleşmenin sonucunda doğan çocuk
Niestda idi; yani Nibiru'nun gelecekteki ilk hakimi ve
kumandanı. On
yedi kuşak sonra, ben, Anu, Nibiru'nun hakimi ve
kumandanı oldum. Kendi çocuklarım aracılığıyla, Amelius
Soyu'nu Dünya gezegenine gönderdim.
Amelius Soyu
Amelius'un kendisi tarafından Adapa (Adem) olarak
enkarne olmasıyla da gönderildi ama Adapa dört temel
evrensel ırkın genetik yapısını taşıdığı için, onun
DNA'sı saf değildi.
Sümer'in kraliyet rahipleri soyunda iki Amelius Soyu
birleşti. Bu, benim ailemden biriyle Adapa'nın üçüncü
oğlu Seth'in birleşmesi sayesinde oldu.
İbrahim'in babası Tera, bu rahip-kral soyunda doğdu,
ibrahim'in torununun torunu Judah sayesinde, Judah ve
Davud kraliyet soyları genişledi; Judah, Yakub'un on iki
oğlundan biriydi. Aslında, bugün Dünya üzerinde yaşayan
İnsan ırkının tüm üyeleri, iki Amelius Soyu'ndan
birinden gelmektedir.
Şimdi, Tiamat'a geri dönelim. İnsanlar ve Sürüngenler,
Tiamat gezegeninde bir süre uyum ve barış içinde
yaşadılar. Sürüngen Yılanlar bir tarafta, Sürüngen
Ejderhalar diğer tarafta ve İnsanlar da ortadaydı.
İnsanlara tarım ve hayvancılık bilgileri
verilmişti. Yeterinden fazla yiyecek üretmeye başladılar
ve bunları Sürüngen komşularıyla paylaştılar. Bu
paylaşım, iki ırk arasında daha da fazla uyum ve anlayış
olmasını sağladı. Kurucular, Gezegensel Ruhsal Hiyerarşi
ve Eterik Sirianlar, durumu zevkle izliyorlardı. Kutup
entegrasyonu gerçekleşmek üzere gibi görünüyordu. Ama
bir Sürüngen Orion Konseyi araştırma için Tiamat'a
geldiklerinde, bu umut söndü. Uyumlu yaşamla ilgili
haberleri duymuşlardı ve hiç hoşlanmamışlardı. Bu,
yaratılış mitine ters düşüyordu. İnsanlar yok
edilmeliydi. Orion temsilcileri, yönetici Sürüngen
aileleriyle uzun uzadıya görüşmeler yaptı ama
fikirlerini değiştirmeyi başaramadı. Bunun
üzerine, her zamanki taktiklerini izlemeye karar
verdiler. Sürüngenler arasında güvensizlik tohumlan
ekmeye başladılar. İnsanların gizlice onları yok etmeyi
ve Tiamat'ı kendilerine ayırmayı planladıklarını
söylüyorlardı. Orion Konseyi'nin bunu başarması, 10,000
yıl kadar sürdü.
Sürüngenlerden kısa süre sonra Tiamat'a gelen Orion
Karanlık Birlik insanlarının varlığı, durumu daha da
kötüleştirdi. İnsanlar'ı sürekli kışkırtıyorlardı.
Karanlık Birlik, Sürüngenlere güvenmiyordu ve onların
yok edilişini görmekten memnun olacaklardı. Çok
geçmeden, iki ırk bir kriz noktasına geldi. Sürüngenler,
bir tür savaş çığırtkanlığı yaparak insanları yok
etmeyi kabul etti. İnsanlar, ebeveynleri olan Pleaidian
Avyonianların, Eterik Sirianların ve diğerlerinin
yardımını istedi. Bir
plan yapıldı. İnsanlar Pegasus adlı uzay gemisine
binerek Tiamat'tan ayrılacak ve gelişimlerine devam
etmek için yeni bir gezegene taşınacaklardı. Dünya
Sirianları haline gelmemiş Eterik Sirianlar, deniz
memelilerine (yunuslar ve balinalar) dönüşeceklerdi ve
Dünya Sirianları onların kullanabileceği yeni bir insan
ırkı başlatana kadar gezegenin biyosferini koruma işine
geri döneceklerdi. İnsan
merkez kalesinin altında bulunan füzyon jeneratörlerini
havaya uçurarak Sürüngen kolonilerini yok etmek için
savaş gezegeni Nibiru göreve çağrılmıştı. Füzyon jeneratörleri,
Tiamat'ın manyetik ve elektrik güç alanlarını koruyordu.
Füzyon jeneratörleri yok edildiğinde, Tiamat'ta yaşam
bitecek ve Sürüngen nüfusunun %98'i yok edilecekti. Yarı
Eterik Sirian yarı hayvan olan varlıklar da yok edilecek
ve böylece ruhları serbest bırakılacaktı. Ama
onlar da Sürüngenler gibi tamamen yok edilmeyeceklerdi.
İki gruptan da küçük birer bölüm hayatta kalacak ve yer
altına ineceklerdi. Eski alışkanlıkların zor öldüğü
söylenir; Eterik Sirianlar için de durum böyleydi. Yeni
Dünya'ya dönecek ve hayvan enkarnasyonu döngüsüne devam
edeceklerdi.
Tiamat'ın yok edilmesi, Nibiru'nun yeni hakimi ve
kumandanı olarak ilk görevimdi. Bu görevde, Galaktik
Federasyon'un Nibiruan Konseyi bana rehberlik ediyordu.
Tiamat'ın ikiye bölünüşü
Modern astronominizin bugün halâ cevaplayamadığı
konuları sizler Sümer tabletlerinden okuyabiliyorsunuz.
Asteroid kuşağının kökeni, asteroid kuşağının
gezegenlerin dönüş yönünün aksi yönde dönmesinin sebebi,
Satürn'ün ve Plüton'un halkalarının kökeni, Ay'ın,
Dünya'nın kökenleri, Triton'un dönüş yönünün
gezegenlerin dönüş yönünün aksi yönde dönmesi ve
kuyrukluyıldızların kökeni gibi soruları Sümer
tabletlerinden öğrendiniz. Tabletlerde de belirtildiği
üzere bugünkü dünyanız eskiden Tiamat denilen büyük bir
gezegenin bir parçasıydı. Tiamat'ın o zamanlar 11 uydusu
vardı. Tiamat okyanuslar ve denizlerle dolu çok sulak ve
nemli bir gezegendi.
Tiamat iki parçaya ayrıldı. Tiamat'ın büyük parçası
Dünya'mızı, diğer küçük parçası parçalanarak asteroid
kuşağını oluşturdu. Bugünkü asteroid kuşağını oluşturan
parçalar bir zamanlar Tiamat'a aitti. Tiamat, Galaktik
Federasyon tarafından 18 milyon yıl önce neden
yokedildi? Çünkü Tiamat üzerindeki yaşayan
reptoid/dinoid (ejder) uygarlığı tehlike arz ediyordu.
Bu medeniyeti ortadan kaldırmak için Taiamat yokedildi.
Daha ayrıntılı anlatayım:
Gezegenlerin dönüş yönlerinin aksi yönden dört uydusu
ile birlikte gelen Nibiru (Marduk) ilk önce Neptün ile
karşılaştı. Çekim gücü ile onun yüzeyini tümsekleştirdi
ve sonunda bu tümsek o kadar büyüdü ki gezegenden koptu.
Böylece Neptün'ün uydusu Triton oluştu (Triton tüm
gezegenlerin tersi yönünde döner). Daha sonra Nibiru
Uranüs'e yaklaştı ve çekim kuvveti ile onun kendi
etrafındaki dönüş eksenini eğdi ve ayrıca çekim kuvveti
ile Uranüs'ün 4 tane uydusunun olmasına yolaçtı. Bu
uydulardan üçünü Nibiru kendisi aldı ve geride Triton'u
olduğu gibi bıraktı. Böylece Nibiru'nun 4+3 yedi uydusu
oldu. Nibiru Jüpiter ve Satürn'e yaklaşarak Güneş ekseni
etrafındaki yörüngelerini çarpıttı. O anda Satürn'ün
yörüngesinde bulunan Satürn'ün dev uydusu Gaga,
Nibiru'nun etkisi ile Satürn'den uzaklaştı ve bugünkü
Plüto halini aldı (Plüto'nun bugünkü yörüngesindeki
anormallikler ve diğer gezegenlerin yörünge düzlemi ile
olan büyük fark). Nibiru'nun izlediği daha sonraki yolun
üzerinde bulunan Jüpiter'in çekimi sebebi ile Nibiru,
11 uydusu olan Tiamat'a çok yaklaştı ve Tiamat çekim
kuvvetleri ile ikiye bölündü. Bu olay öncesi Tiamat son
derece sulak bir gezegendi (Asteroid kuşağındaki şu
andaki donmuş bol miktarlardaki buz). Ayrıca Nibiru'nun
yörüngesindeki 7 uydunun tamamı Sümer Yaradılış epiği
Enuma Elish'e göre Tiamat'a çarptı. Tiamat bu şekilde
bir büyük bir küçük iki parçaya ayrıldı. Küçük olan
parça parçalanarak asteroid kuşağını oluşturdu. Büyük
olan da Gaia (Shan ya da bugünkü dünyamız) haline
geldi. Asteroid kuşağını oluşturan parçalar çekim
kuvvetleri ile diğer buz vs. parçalarla birlikte
çarpışma sonrasında Güneş'e doğru çekildiler ve bir
kısmı Güneş'e düşerek yokoldu ama bunların büyük kısmı
ise Güneş'e düşmeyip bugünkü asteroid kuşağı bölgesinde
(Bir zamanlar Tiamat'ın yörüngesinin olduğu yerde) bir
araya geldiler. Böylece diğer gezegenlerin dönüş yönünün
aksi (Nibiru'nun geliş yönü ile aynı) yönde dönecek
şekilde bugünkü Asteroid Kuşağı oluştu. Büyük parça
(Gaia) ise Güneş etrafında yeni bir yörüngeye oturdu ve
bugünkü Dünya'mızı oluşturdu.
Tiamat neden yokedildi?
Reptoid/dinoid ırkının Tiamat üzerinde büyük kolonileri
vardı. İnsanlar ve sürüngenler Tiamat üzerinde barış
içinde yaşıyorlardı. Sürüngen ırk, insan ırkı ile
birlikte yaşamak istemedi ve insanları yok etme isteği
Galaktik Federasyon tarafından beğenilmedi. Bu yüzden
Nibiru, Tiamat'taki yaşamı yoketmek üzere
görevlendirildi. Tiamat iki parçaya bölünerek yaşam
yokedildikten sonra sürüngenler Maldek isminde küçük bir
savaş gezegenine geçtiler. Bu gezegeni ileri teknoloji
silahlarla donatmışlardı. Tiamat'ın eski yörüngesine
yakın bir yerde Nibiru ile Maldek birbiri ile çatışmaya
başladı. Nibiru'nun Maldek'e saldırısı sırasında
reptoid/dinoid ırkı kendilerini savunmak için çok yoğun
nükleer silah kullandılar. Maldek sonunda yokoldu ama Nibiru'nun
yüzeyi de hasar gördü. Nibiru'nun koruyucu kalkanları iş
görmez hale geldi. Yenilen reptoid/dinoid ırktan
kalanlar kaçarlarken Venüs ve Mars gezegenindeki adına
Hybornea denen başka insan kolonilerinin bulunduğu büyük
yerleşim bölgelerini de yokettiler. Reptoid/dinoid ırk
bu yıkımdan sonra Güneş Sistemimizi ellerinde kalan
gemileriyle terketti. Maldek gezegeninden arta kalan
parçalar, Tiamat'ın parçalarına karışarak asteroid
kuşağına eklendiler. Böylece, bugünkü asteroid kuşağını
oluşturan parçaların Tiamat ve Maldek'in parçalarından
oluştuğunu artık biliyorsunuz. Nibiru'nun uydularının
Tiamat'a çarpmalarıyla meydana gelen büyük yıkım
sonucunda çok sulak bir gezegen olan Tiamat iki parçaya
ayrıldı demiştik. Uyduların Tiamat'a şiddetle çarpmaları
ile Tiamat ikiye bölünürken Tiamat'ın devasa okyanusları
uzaya saçıldı. Bunlar devasa buz kütlelerini oluşturarak
bugün hala dönmekte olan kuyrukluyıldızları
oluşturdular. "944 Hidalgo" ismini verdiğiniz gibi çok
eski olanlar artık gaz ve buz materyallerini bitirip
kuyruksuz kometler halinde Güneş Sistemindeki
periyotlarına devam etmekteler. Her 76.8 yılda bir
dünyanızdan gözlenen Halley kuyruklu yıldızı da
Tiamat'ın bir parçasıdır.
Ay'ın
kökeni
Tiamat'ın bu çarpışma öncesi 11 uydusu vardı ve
bunlardan en büyüğü olan Kingu, Gaia'nın (Dünya) uydusu
Ay olacak şekilde Dünya'nın yörüngesine Galaktik
Federasyon tarafından düzgün bir şekilde kondu (Ay'ın
fiziksel ve elemental yapısı Dünya ile uyuşmamaktadır,
yani Ay'ın kökeni Dünya'nın kendisi değildir). Yani
bugün sizin Ay dediğiniz uydu, bir zamanlar Tiamat'ın uydusuydu.
Titius-Bode kanununuza göre bugünkü asteroid kuşağının
bulunduğu yerde bir zamanlar Tiamat gezegeni vardı.
Nibiru, Tiamat'ın 7 uydusunu alarak yoluna devam etti.
Karbon, silikon, metal, gaz ve buz parçalarından oluşan
asteroid kuşağındaki parçalar bugün bir araya gelseler
bir gezegeni oluşturacak çoklukta değiller. Ayrıca
Jüpiter'in varlığı da bunların bir araya gelip bir
gezegen oluşturmasını çekim kuvvetleri sebebiyle
engelliyor. Tiamat'ın küçük parçası ve Maldek'ten arta
kalanlar parçacıklar aynen Nibiru'nun aksi yöndeki
dönüşü ile aynı yönde olmak üzere Mars ile Jüpiter
arasındaki boşlukta dönmeye başladılar ve bu kuşağı
oluşturdular. Bu parçaların bir kısmı Satürn tarafından
da yakalandı ve Satürn'ün bugünkü bilinen kuşağının bir
kısmını oluşturdu. Satürn'ün halkasındaki diğer parçalar
Nibiru'nun çekimi ile Satürn'ün yüzeyinden
çekilenlerdir. Bugün asteroid kuşağını oluşturan irili
ufaklı parçaların birbirlerine yakın öbekler
oluşturmayıp, birbirlerinden çok uzaklarda
bulunduklarını ve bunlardan onbinlercesinin her ay
yaklaşık 5000 tane olmak üzere astronomlarınızca
kataloglandığını biliyorsunuz. 100 km. çapından büyük
olan 220 tanesi dışında 1000 km'lik çapıyla en büyükleri
1801 yılında Sicilya'daki Palermo gözlemevinde Giuseppe
Piazzi tarafından keşfedilen Ceres'tir. Asteroid
kuşağını oluşturan bütün parçalar bir araya
toplandığında Ay'ın 35'te 1'i kadar bir hacim tutacağı
hesaplanmıştır ki bu miktar Ceres'in yaklaşık 3'te
1'idir. Sanılanın aksine çok fazla bir malzemeden
oluşmayan bu kuşağı oluşturan toz, kaya ve buzdan oluşan
parçalar, ayrıca uzayın derinliklerine
gönderilen uzay araçları (probe) için, kuşağı oluşturan
kalıntı parçacıkların birbirlerinin arasındaki mesafeler
uzak olduklarından pek bir tehlike arzetmemektedir.
Güneş Sisteminin Gruplandırılmasında Asteroid Kuşağının
Kullanılması
Günümüzde Mars ile Jüpiter arasında yer alan ve bir
kısmı bir zamanlar Tiamat'a ait olan materyalden ve
yokedilen Maldek'in arta kalan parçalarından oluşan
asteroid kuşağı sınır alınarak İç Güneş Sistemi ve Dış
Güneş Sistemi olarak güneş sistemini gruplandırdınız.
Buna göre Güneş ile Asteroid kuşağı arasındaki iç güneş
sisteminde sırası ile Merkür, Venüs, Dünya ve Mars olmak
üzere 4 gezegen; Asteroid kuşağından itibaren de
Jüpiter, Satürn, Uranüs, Neptün, Plüto ve Nibiru
(Marduk) olmak üzere 6 gezegen (dış güneş sistemi)
toplam 10 gezegen bugünkü güneş sistemini oluşturdu. Tüm
bu olayların sonunda Nibiru (Marduk) 3661 yıllık basık
elips şeklindeki yörüngesini takip etmeye başladı. Şimdi
kısa bir ara vermek ve Galaktik Federasyon hakkında
biraz bilgi sunmak istiyorum.
Galaktik Federasyon
Galaktik Federasyon, dağılmış durumdaki insan
kolonilerini gözlemlemek ve bir arada tutma görevini
sürdürecek bir organizasyon ihtiyacıyla oluştu. Böylece
evrendeki farklı ırklar arasında haberleşmeye yardımcı
olunacak ve barış sağlanacaktı. Sürüngenler ve İnsanlar
savaşırken, Evren'de çok fazla çatışma vardı ve bu iki
ırk, kaosun sadece bir kısmıydı.
Galaktik Federasyon, Nibiru'nun yaratılmasından ve
Avyon'un yok olmasından önce oluşturuldu. Galaktik
Federasyon son derece büyük ve geniştir. Onu açıklayan
kitaplar Dünya'daki medyumlara kanalize edilmiştir ama
Galaktik Federasyon öylesine büyük ve çok katmanlıdır ki
konuyu tamamen açıklayabilmek için bütün bir kütüphane
dolusu kitap yazılması gerekir. Özellikle Jelaila'ya
okumasını söylediğim ve Sirian kız kardeşimiz Virginia
Essene aracılığıyla Dünya'ya kanalize edilmiş "You are
Becoming a Galactic Human" adlı kitap bu konuda
önemlidir. Jelaila'ya Galaktik Federasyon'u açıklamak
konusunda bu kitabı oldukça yararlı buldum.
NİBİRU'nun Yaratılması
Nibiru'nun yaratılması, Galaktik Federasyon'un ilk
önemli başarılarından biriydi. Galaktik Federasyon,
evrende barışı korumak için bir savaş yıldızının devriye
gezmesi gerektiğini biliyordu, Tiamat'ın yok
edilmesinden önce Sürüngenler ile çok sayıda çatışma
yaşanmıştı ama Tiamat'taki Sürüngen kolonilerinin yok
edilmesi, Büyük Galaktik Savaş'ın başlamasına neden
oldu. Bu
savaş bütün galakside milyonlarca yıl sürecekti.
Çatışmalardan zarar görmeyen tek bir yıldız sistemi bile
kalmayacaktı. Söz konusu olan şeyin kutup entegrasyonu
olduğunu lütfen unutmayın. Entegrasyonun
gerçekleşebilmesi için iki kutbun da deneyimlenmesi
gerekir. Büyük Galaktik Savaş, Oyun'un oynanması için
mükemmel bir alan sunmuştu. Evrendeki tüm ruhlar,
deneyim kazanmak için her iki ırkın üyesi olarak enkarne
oluyordu; Avyonianlar da bunların arasındaydı.
Tiamat'ın Yok Edilmesi
Nibiru'nun kumandanlığı görevini teslim aldım ve bundan
18 milyon yıl önce güneş sisteminize doğru yola çıktım.
Tiamat, yaklaşık olarak şimdi asteroid kuşağının
bulunduğu yörünge ile aynı yerdeydi ve toplam 11 uydusu
bulunuyordu. Uydulardan birisi de sizin bugünkü Ay
dediğiniz Kingu’dur. Güneş sisteminizin on ikinci
gezegeni olarak, yörünge kalıbımız böyle olduğu için
güneş sisteminize arkadan girdik. Neptün ve Uranüs'ü
geçtikten sonra Satürn'e yaklaşırken, onun kütle çekim
gücünün bizi Tiamat ile paralel bir pozisyona getirmesi
için sürüklemesine izin verdik.
Şekil 2.
Ay’ın kökeni, Plüto’nun kökeni ve Tiamat’ın
bölünerek Dünya’yı oluşturması ile ilgili bir çalışma.
Satürn’ün halkası daha Tiamat yokedilmediği için mevcut
değil.
Satürn'ün bir uydusunu aldık ve o uydu dahil olmak üzere
Nibiru’nun bütün uydularını (toplam 7 adet) doğruca
Tiamat'ın ortasına gönderdik. Sonra, füzyon
jeneratörlerinin bulunduğu pozisyona geldiğinde, bir
lazer ışını gönderdik. Işın güç kalkanlarını parçaladı
ve Tiamat'taki yaşam yok oldu. Nibiru, Tiamat’ın boşta
kalan 10 uydusundan 7’sini alarak devam etti. Tüm
bu olan olaylar süresince, Nibiru Konseyi'ndeki
rehberlerimle sürekli iletişim içindeydim. Bana normal
yörüngemde devam etmem ve güneş sisteminize ulaştığımda
işi bitirmem için emir verildi.
Şekil 3. Tiamat’ın ikiye bölünerek büyük parçanın
Dünya’yı oluşturmadan önceki Güneş Sisteminin elemanları
Dünya Tarihi - Bölüm 1
M.Ö. 480,000 - M.Ö. 100,000
480,000 yıl önce Dünya gezegenine geldiğimizde,
Lemurianlar, hayvan bedenindeki Sirian ruhlar,
Sürüngenler (Tiamat'ın yok edilmesi sırasında yer altına
inenler) ve gelişmekte olan İnsan primatları ile
karşılaştık. Primatlar, Felineler ve Eterik Sirianlar
tarafından gezegen yüzeyine yerleştirilmişti ve biz
geldiğimizde, Homo erectus seviyesine ulaşmış
durumdaydılar. Zeki, telepatik varlıklardı ve vahşi
doğada hayvanlarla uyum içinde yaşıyorlardı; toplumları
komün yapısındaydı.
Ayrıca Asya'da "Yu" (Doğulular) ve "Atlantis" (kızıl
ırk) uygarlıklarını da gördük. Bunlar, Hybornea'nın yok
edilmesinden sonra gezegeni yeniden kolonileştirmek için
Dünya'ya gelen kuzenlerim tarafından başlatılmıştı.
Ashen, Yu uygarlığını ve Alta (Atlas) da Atlantis
uygarlığını başlatmışlardı. İkisi de Lemuria'nın devamı
olarak görülüyordu ve ikisi de, Lemuria'nın ana
imparatorluk olarak görev yapacağı konusunda
anlaşmışlardı. Bu
uygarlıkların üçü de Lyra'da beyaz ırklar olarak
başlamıştı ama gezegende yerleştikleri bölgelerde
iklimle daha iyi uyum sağlayabilmeleri için Felineler'in
DNA değişimleri yapılması konusunda tekliflerini kabul
etmişlerdi. Kızıl, sarı ve kahverengi ırk böyle ortaya
çıkmıştır. Siyahi ırk ise gelişmekte olan insan
primatlarından kaynaklanmıştır. Homo sapien haline
gelmek için gereken DNA değişimini almak için
Nibiruanlar ile karşılaştıklarında, gezegen muhafızı
haline geleceklerdi. O zaman geldiğinde, Dünya
Sirianları'nın ruhlarını taşıyacak durumda olacaklardı.
Beyaz ırk, Nibiru'daki Avyon Kraliyet Soyu tarafından
başlatılmıştır.
Dünyaya gelmemizin nedeni
Dünya'ya gelmemizin iki nedeni vardı. Öncelikle,
insanlarımızı kurtarmak için Nibiru'nun çevresini saran
güç kalkanını yeniden oluşturmak amacıyla altın toplamak
istiyorduk, ikincisi, gelişmekte olan gezegen muhafızı
ırkla birleşerek iki sarmallı DNA taşıyan İnsan bedenini
yaratmak için yardımcı olmak üzere Felineler ile ortak
çalışmaya söz vermiştik. Ağabeyim ve eski Nibiruan
kumandanı Alalu, daha önce Dünya'ya gelmiş ve altın
bulmuştu. En büyük oğlum Enki'yi ve en iyi elli
astronotumu (Anunnakiler) altın toplama operasyonunu
başlatmaları için Dünya'ya gönderdim. Nibiru için zaman
daralıyordu, bu yüzden kaybedecek tek bir anımız bile
yoktu.
Şimdi, size biraz daha tarihi bilgi vermek istiyorum.
Sürüngen ırkından Dünya üzerinde kalanlar bir hayli
kalabalık bir nüfusa ulaşmışlardı ve bir anlaşmaya
varmadan, altın çıkarma operasyonunu huzur içinde
sürdüremeyeceğimizin farkındaydık. Bu, Tiamat'ın yok
edilmesinden beri Nibiru'da yaşayan Ejderha Kraliçe
Drarnin'i eş olarak kabul etmemle gerçekleşti. Bu
birleşmeden doğarı çocuğumuz Enki'dir. Enki, yarı
Nibiruan İnsan ve yarı Ejderha ya da Sürüngen'dir. Üç
çocuğum ve torunlarım, Nibiru'da doğmuştur ve biz
Dünya'ya gelene kadar hepsi yetişkinlik çağına
ulaşmıştır; Enlil, Enki, Ninhur-sag, Ninurta, Nannar,
Marduk ve Thoth (Ningishzidda).
Dünya Görevi
Enki'nin uzay aracı, Mezopotamya yakınlarında bir yere
indi. Anunnakiler ile birlikte kamplarını kurduktan
sonra, Alalu'nun daha önce bulmuş olduğu yerde altın
çıkarma işine başladılar. Enki, adına Eridu dediği ilk
şehri inşa etti; diğer adıyla, 1 Numaralı Dünya
İstasyonu. Bu arada Sürüngen akrabalarından da
fazlasıyla yardım aldı. Kızım ve Dünya Görevi'nin Şef
Tıp Subayı Ninhur-sag, astronotların tıbbi muayenelerini
yapmak için bir süre sonra gezegene indi. Diğer oğlum ve
varisim Enlil ile altın konusunda yardımcı olmak için
kısa süre sonra da ben indim. Anunnakiler ellerinden
geldiğince hızlı çalışıyorlar, sudan altın
ayrıştırıyorlardı ama ellerindeki altın, Nibiru'yu
kurtarmaya yetmezdi. İnsanlarımız ölmeye devam
ediyorlardı. Daha fazla altın bulmak için arama
başlattık ve Afrika'da bulduk. Ama bir sorun vardı; yer
altındaydı ve çıkarılması gerekiyordu. Enlil ve Enki
arasında gerilimli anlar yaşanıyordu. Enki, kendisi daha
önce geldiği için Dünya'nın ona verilmesi gerektiğini
düşünüyordu; altın çıkarma işi bir yana, sonuçta ilk
kamp ve şehir Eridu'yu inşa etmek için ter dökmüştü.
Bütün işi kendisi yaptığından, bu hakka sahip olduğunu
savunuyordu. Enki, Dünya'nın Ejderha Kraliçesi'nin
oğluydu ve Sürüngen bakış açısından, Dünya'nın da varisi
olmalıydı. Sürüngenler, yaratılış mitine dayanarak
Dünya'yı kendi malları olarak görüyorlardı; hâlâ da öyle
görüyorlar. Kız kardeşim ve karım Antu'nun oğlu olan
Enlil, Pleaidian kanunlarına göre haklı varisimdi. Bu
da, artık benim yönetimimde olduğu için Dünya'nın da
varisi olarak onu gösteriyordu. İkisi de haklı nedenler
ortaya koyan bu ikisi arasında ciddi bir çatışma vardı.
Tek çözüm, kur'a çekmekti. Öyle yaptılar. Enki, ülkesi
olarak Afrika'yı, Enlil de Dünya'nın geri kalanını aldı.
Eski Tanrılar Arasındaki Savaş Altın
çıkarma işini başlatmak için astronotları Afrika'ya
gönderdik ve Enki de başlarında bulunmak için onlarla
gitti. Enlil'i Eridu'nun başına bıraktım ve Nibiru'ya
dönmek için hazırlandım ama Alalu'nun torunu Kumarbi
beni durdurdu. Kumarbi bir süredir bana, oğullarıma ve
torunlarıma karşı kırgınlık duyuyordu. Büyükbabası
çekildikten sonra kendisinin kumandan ilan edilmesi
gerektiğini düşünüyordu. Görünüşe bakılırsa, yörüngedeki
uzay istasyonunda (Igigi) bulunan astronotları kendi
tarafına çekmeyi başarmıştı ve şimdi güç kullanarak
kumandayı ele geçirmek istiyordu. Ama bu olmadı Torunum
Ninurta, diğer birçoklarıyla birlikte Kumarbi'nin ve
yandaşlarının yenilgisiyle sonuçlanan bir savaş
başlattı. Uzay istasyonundaki astronotları
değiştirdiğimi tahmin edersiniz.
Cennet Bahçesi Dünya'da işler yürümeye devam ediyordu. Enki
Mezopotamya'da yeni inşa edilmiş Bad Tibira adlı
metalurji merkezinden yörüngedeki uzay istasyonuna dev
miktarlarda altın gönderiyor, altın oradan Nibiru'ya
aktarılıyordu. Enlil ise dört yeni şehir daha kurmakla
mesuldü:
Bunlar Sippar (uzay limanı), Nippur (görev kontrol
merkezi), Bad Tibira (metalürji merkezi) ve Shimppak
(tıp merkezi) adlarını taşıyordu. Kızım o hastaneyi çok
seviyordu. Enlil'in orayı en son tıp teknolojisi ve
geniş laboratuarlarla donatmasını sağlamıştı. Hayat
gelişmeye devam ediyor, yeni şehirler ve etrafını saran
yeşillikler görülmesi gereken bir manzara ortaya
koyuyordu. Nibiru'dan her türde meyve ağaçları için
tohumlar getirmiştik. Mezopotamya, sanal bir Cennet
Bahçesi haline gelmişti. Biz ona E.Din diyorduk. İşte
hızla yürüyordu ve herkes uyum içinde yaşıyor, zevkli
çalışıyordu. Bu dingin ortam, yaklaşık 200,000 yıl devam
etti.
Anunnakiler Ayaklanıyor M.Ö.
250,000 civarlarında, Afrika'daki astronotlar
ayaklandılar. Dünya'nın sıcak bölgelerinde çıkardıkları
altının miktarından tatmin olmamışlardı. Sonunda gerilim
bir kırılma noktasına ulaştı ve birleşerek ayaklandılar.
Enki, durumu bildirmesi için Enlil'i çağırdı. Ama Enlil
altın madenlerinin bulunduğu yere geldiğinde,
Anunnakiler onu rehin aldı. Anunnakiler ile aynı tarafta
olmasına karşın, Enki adamlarına Enlil'i bırakmalarını
söyledi ve onlar da bu emre uydu. Enlil, Anunnakiler'i
kışkırttığı gerekçesiyle Enki'yi suçladı ve Konsey
önünde yargılanmasını istedi. İki kardeş, Konsey
huzurunda konuşmak üzere Nibiru'ya döndüler.
Anunnakiler'in altın çıkarmaktan daha değerli işler için
eğitilmiş oldukları sonucuna varıldı. Enki, çözümün
altın çıkaracak işçi bir ırk yaratılması olduğunu
düşünüyordu ve bu konuda Christos Sirianları ile
anlaşmıştı. Mühendis olmasının yanında aynı zamanda
genetik uzmanı olan Enki, Ninhursag ile birlikte yeni işçiler
yaratmak için Shuruppak'taki lâboratuarlara çekildi.
Luluslar'ın (İlkel İşçiler) Yaratılması Yeni
işçi ırkın yaratılması, Galaktik Federasyon, gezegensel
Ruhsal Hiyerarşi, Christos Ofisi ve Kurucular ile
yaptığımız anlaşmaya göre gezegende yapmamız gereken iki
işten biriydi. Bu konuda Felineler'den yardım aldık.
Kızım Ninhursag'ın annesi ve Feline ırkından gelen karım
Rayshondra, bu konuda çok yardımcı oldu. İşlerin nasıl
gittiğini görmek için Shuruppak'a geldi. Anne/kız iyi
bir takım olmuşlardı. Rayshondra, genetik alanında çok
deneyimliydi. Ninhursag'ı ve Enki'yi yetiştirdi.
Uzmanlıklarını sunmak üzere Sirius A'dan gelen başkaları
da vardı; Natara ve Joysia da onların arasındaydı. Bu
beklenen bir olaydı. Sadece gezegenlerini kurtarmaları
gereken Nibiruanlar tarafından değil, aynı zamanda Dünya
Sirianları da bunu bekliyordu. Yeni fiziksel araçlarının
yaratılmasına başlanmıştı. Bu unutulmaz olayı görmek
için, Christos Sirianları da geldi. Gezegeninizdeki
birçokları, bu işçi ırkı sadece altın çıkarmak ve bize
hizmet etmelerini sağlamak için yarattığımızı sanıyor.
En önemli ruhsal nedenler sizin için yazdığımız ve
ardımızda bıraktığımız tarihi belgelerden silindiği
için, bu mantığı anlayabiliyorum. Ama şimdi bu nedenleri
sizinle paylaşmak istiyorum.
Devin
ve Avyon Soyu'ndan gelenler olarak, karmik ve genetik
açıdan Tiamat/Dünya ile bağlantılıydık; ama gelişmekte
olan insanlar Pegasus yıldız sisteminde yeni bir ev
kurmuşlardı. Dolayısıyla, temel olarak, hâlâ bir ırkın
ebeveynleriydik ama o ırk artık Dünya'da değildi. İşçi
ırkının yaratılmasıyla, bir kez daha Dünya'daki
varlıklar için ebeveyn ırk olmuştuk. Bu ırk, Eterik
Sirianlar'ın ve Felineler'in ikinci kez yaptıkları
tohumlamanın sonucuydu. Bu gelişimin tamamlanma zamanı,
Dünya zamanıyla şimdiki zamandır ve ırkın DNA kodları
bizim tarafımızdan hızlandırılmadığı sürece, bu görev
tamamlanamaz. Genetik hızlandırma olmadan, gelişen
İnsanlar kendilerini güncelleyemezler ve bu da
galaksinin ve dolayısıyla da evrenin gelişimini
engeller. Buna
ek olarak, bu yeni ırka ebeveyinlik ederek kurup
entegrasyonunu anlamanızı sağlayacağız. Bu,
Nibiruan/Pleaidian İlahi Planı'nın bir parçasıdır.
Dünya'ya gelmemizin ruhsal nedeni budur. Son
olarak, Homo erectus aşamasından Homo sapiens aşamasına
geçilmesi için DNA hızlandırılmasının sağlanması, Dünya
Sirianları'nın ihtiyaç duydukları İnsan bedenlerinin
hazırlanması için gerekliydi. Bu transferin tamamlanması
200,000 yıl sürdü.
DNA Hızlandırması Bu
hızlandırma, İnsan primatlarına yeni yetenekler verdi.
Mantık yürütme ve daha karmaşık seçimler yapma
yeteneğine sahiplerdi. Okuma ve yazmanın temellerini
öğrenebiliyorlardı. Telepati yeteneklerini ellerinde
tutmalarına karşın, hiçbir psişik yetenek verilmemişti.
Bu, bütün Dünya Sirianları geçişi tamamladığı zaman
verilecekti. Ruhsal gelişim için, diğer psişik
yetenekler de gerekecekti. Bu dönemde, Dünya
Sirianları'na fazla karmaşık olmayan bedenler vermek
niyetindeydik, çünkü hayvan enkarnasyon döngüsünde
geçirdikleri milyonlarca yıl boyunca fazlasıyla
gerilemiş durumdaydılar.
Görebileceğiniz gibi, bu işin içinde ihtiyaçlarımızı
karşılayacak bir işçi ırk yaratmaktan fazlası vardı. Ama
işçi ırkın da önemli olduğunu belirtmeliyim. Nibiru
radyasyon yüzünden ölüyordu ve galakside barışın
sağlanması için Galaktik Federasyon'un bir savaş yıldızı
olarak ona ihtiyacı vardı. Bu ırkın neden yaratılması
gerektiğini umarım şimdi daha iyi anlıyorsunuzdur.
Şimdi
tekrar Shuruppak'a dönelim. Nin (Ninhursag'a kısaca
böyle diyorum) ve Enki, gelişmekte olan Homo erectus
varlıklardan gerekli doku ve kan örneklerini topladılar.
Bu zor bir iş değildi, çünkü çoktan toplumumuzun bir
parçası olarak aramızda yaşamaya başlamışlardı bile.
Sonra uygun DNA kombinasyonunu buldular ve bizim
insanlarımızdan aldıkları DNA örnekleriyle
birleştirdiler. Primat kadınların rahimlerinden
yumurtalar aldılar ve astronotlarımızın spermleriyle
döllediler. Bu döllenmiş yumurtalar, bazı kadın
astronotlarımızın ve laboratuar çalışanlarımızın
rahimlerine yerleştirildi. Doğan 12 çocuk,
gelişmekte olan primatların bütün özelliklerini
taşıyordu ama bununla birlikte, galaktik insanın mantık
yürütme becerisini kazanmışlardı. Daha önce sadece
hayvan ruhuna (ama çok zeki bir hayvan olduğu kabul
edilmelidir) şimdiyse insan ruhuna sahiplerdi. Ama hâlâ
yeterli ruhsal gelişimden yoksunlardı. İşçi
ırkına neden daha yüksek bir gelişim aşaması
kazandırmadığımızı merak edebilirsiniz. Açıklayayım.
Daha önce de dediğim gibi, Dünya Sirianları hayvanların
içinde çok fazla zaman geçirmişlerdi. Bütün bu süre
boyunca, hayvanların basitliğine fazlasıyla
alışmışlardı. Transferlerini sağlamak için, birçok
açıdan hayvanlarınkine benzer şekilde hareket eden bir
beden yaratmak zorundaydık. Bu yüzden onları altı
yaşındaki bir insan seviyesine geçirdik. Eterik
Sirianlar'ı bu yeni bedenlere transfer etmek zaman
alacaktı. Doğan bedenlerin hepsi Dünya Sirianı ruhu
taşımayacaktı. Dünya Sirianı ruhu taşımayanlar,
konuşabilen ve basit işleri yapabilen evcil hayvanlar
gibi olacaktı. Bu doğum yöntemine bir süre devam ettik
ama bir süre sonra kadınlarımız ortalıkta sürekli hamile
dolaşmaktan bıktılar. Melezlerin kendi kendine
üreyemediklerini anlamanız gerekir; bunu onlar adına biz
yapmak zorundaydık. Enki ve Nin, bir kez daha gerekli
ayarlamaları yapmak üzere lâboratuara döndüler. Bu
gelişim, kendi kendilerine üreyebilmelerini
sağlayacaktı. Bu yeni ırka, Lulus adını verdik; bizim
dilimizde, ilkel işçi anlamına gelir. Enki ve Nin, bazı
değişiklikler yapmak için lâboratuara tekrar döndüler
demiştim, bunu yeri geldiğinde açıklayacağım.
Büyük Kampanya Dünya
Sirianları'ın hayvan bedenlerinden insan bedenlerine
aktarılması büyük bir sorundu. Birçoğu hayvan bedeninde
rahat ettiği için transfer olmak istemiyordu. Hayvan
güdülerini kullanarak yaşamaya alışmışlardı. Bunu
bırakıp karmaşık bir insan bedeniyle uğraşmak, daktilo
yazmaya alışkın birinin ilk kez karmaşık bir bilgisayarı
kullanmaya başlamasına benzer.
Kullandığımız taktikler, bir propaganda kampanyasına
benzetilebilir. Bu açıdan Luluslar çok yardımcı oldular,
çünkü hâlâ hayvan bedeninde olan Dünya Sirianları ile
iletişim kurabiliyorlardı. Luluslar, onların insan
bedeni kullanmanın avantajlarını görmelerine yardım
ettiler. Yeni transfer olan ruhlar için bir öğretmen
gibiydiler. Nin de bu transfer sürecinde çok yardımcı
oldu. Luluslar onu çok seviyorlardı. Ona Anne
diyorlardı. Nin gerçekten de bu yeni ırkın annesiydi;
onları besliyor ve eğitiyordu. Enki ise babaydı. Ne
yazık ki Sürüngenlerin hepsi bu şekilde düşünmüyordu.
Birçoğu onlara bedava köle gözüyle bakıyordu ve bu da
kötü davranışlara neden oluyordu. Bu Nin'i çok kızdırdı
ve Enki ile birlikte, Dünya Prensi Enlil'i onlara daha
fazla haklar ve koruma sağlaması için sürekli olarak
sıkıştırmaya başladı. Yeni
ırkın yaratılmasından kısa süre sonra, bundan yaklaşık
150,000 yıl önce, yeni bir buzul dönemi başladı ve
Luluslar da Dünya üzerindeki diğer birçok uygarlık gibi
geriledi. Dünya'yı tohumlayan ya da kolonileştiren
sadece biz Pleaidianlar değildik. Andromedanlar gibi
başkaları da vardı. Ama bunların tümü Dünya ile ilgili
İlahi Plan'a uygundu ve Christos Sirianları ile Ruhsal
Hiyerarşi de onaylıyordu. Hayatta kalmak, İnsanlar'ın en
büyük endişesi haline geldi; bu yüzden hiçbir ruhsal
gelişim olmadı. Dünya Sirianları'nın transferini
sağlamanın 200,000 yıl sürmesinin bir nedeni de buydu.
İnsandan çok hayvan olmanın daha kolay olduğu zamanlar
vardı. O zamanki insanlar hayvanla eş değerdeydi ve bu
da sürekli tetikte yaşamayı gerektiriyordu. Lemuria'da
olduğu gibi, insanların ölümden kurtulmak için toprağın
altına indikleri bir dönem bile vardı. Bu, dinozorlar ve
diğer dev hayvanlar sürüler halinde Dünya'nın çeşitli
yerlerinde dolaşmaya başladığı zaman oldu.
Dinozorların da nasıl yaratıldığını burada açıklamak
istiyorum. Bu, Dünya'nın yeniden tohumlandığı dönemde
gerçekleşen bir tür mutasyon yüzünden oldu. Yeni
bitkilerin hızlı büyümesini sağlamak için gönderilen
fazla miktardaki enerji, zaten gelişmiş olan canlıların
daha da büyümesine neden oldu. Böylece dinozorlar ve
diğer büyük hayvanlar ortaya çıktı. Bu aşırı büyük
yaratıklar, Tiamat'ın yok oluşu sırasında bile bir şekilde
hayatta kalmayı başarmışlardı.
Anunnakiler, İnsan Kızlarıyla Evleniyor M.Ö.
100,000 yıllarında, bir ısınma dönemi başladı ve
insanların ruhsal gelişimleri yeniden hızlandı. Bu
dönemde, astronotlar Luluslar'ın kızlarıyla evlenmeye
başladı. Bunun sonucunda çok uzun boylu insanlar ortaya
çıktı, çünkü Eterik Sirianlar'ın genetik bilgilerini
taşıyan çocuklar, aynı zamanda bizim genetik
bilgilerimizi de taşıyorlardı ve dolayısıyla boyları üç
metreden fazla olabiliyordu. Ancak
bu noktada, astronotların Dünya Sirianı ruhu taşıyan
kızlarla evlendiklerine dikkat çekmek gerekir. Sadece
hayvan ruhu taşıyan Luluslar ile evlenmeyi kesinlikle
düşünmüyorlardı. Temel olarak, astronotlar mantık
yürütebilen ve zekice iletişim kurabilen eşleri
seçiyorlardı.
Dünya'ya gelişimizden M.Ö. 100,000 yıllarına kadar olan
süreyi böylece anlatmış olduk. Elbette ki anlatacak çok
daha fazla şey vardır ama bunu o dönemle ilgili kitaplar
yazmış olanlara bırakacağım.
Dünya Tarihi - Bölüm 2
M.Ö. 75,000 - M.Ö. 11,000
M.Ö.
75,000 yıllarında bir buzul çağı daha yaşandı ve bir kez
daha, insanlık hayatta kalma kavgasına girişti; ama bazı
kültürler diğerlerinden daha iyi durumdaydı ve gelişim
basamaklarını daha hızlı çıkıyordu. Özellikle bir grup,
sizin onlara verdiğiniz isimle, Cro-Magnon İnsan idi.
Diğer birçoklarının arasında, bu grup hiç bozulmadan
kaldı. Zaman içinde ölen diğer grupların bireyleri,
Cro-Magnon grupta enkarne oldular ve yeni gelen ruhlar
sayesinde gelişim hızlandı. M.Ö.
50,000 yıllarında, çok önemli bir olay oldu. Dünya
ısınıyordu ve gelişim bütün hızıyla devam ediyordu. Enki
ve Nin, Ruhsal Hiyerarşi'den ve Christos
Sirianları'ndan, bir kez daha insan bedenlerini
geliştirmek için emir aldılar. Bu kez fiziksel ve
zihinsel gelişimden çok, ruhsal gelişim amaçtı. Bu kısmı
tarihinizle birleştirmeden önce, gezegenin geri
kalanında olan bitenlere bir göz atalım. Yu,
Rama, Lemuria, Mısır ve yeni Maya imparatorlukları,
insan nüfusunu tehdit eden dinozorları ve diğer büyük
hayvanları yok etmek için bir yol bulmak üzere
Atlantis'e temsilciler gönderiyorlardı. Buldukları
çözüm, büyük hayvan soyunun kökünü kazırken, birçok
insanın da ölümüyle sonuçlandı. Bu da yine Dünya'nın
İlahi Planı ile uyumluydu. Bu büyük hayvanların ölümü,
hâlâ hayvan bedenlerini kullanan son Dünya
Sirianları'nın ruhlarını serbest bırakacak ve onları
İlahi Plan'daki bir sonraki adıma aktarmamıza yardımcı
olacaktı; yani ruhsal gelişim için Christos tohumunun
girişine! Bu onlara 52,000 yıl ile 5,200 yıllık bir
döngü verecek, bu süreçte ruhsal açıdan gelişerek
gezegeni kendi başlarına koruyabilecek gezegen
muhafızlarına dönüşeceklerdi. Bunlar olurken, son birkaç
bin yıllık süreye kadar her şeyin tamamen farkında
olacaklardı.
Ruhsal Hiyerarşi, Christos Sirianları, Galaktik
Federasyon, Sirius A ve Nibiruan Konseyleri, gelişimi
değerlendirmek ve devam eden gelişimle ilgili gerekli
ayarlamaları yapmak için döngüleri sürekli
gözlemleyeceklerdi.
Atlantisliler, onlara bu teknolojiyi vermiş olan
Marduk'un yardımıyla enerji kristallerini
kullanıyorlardı ve dünyayı ele geçirmekle ilgili
planlarını (bu aslında Marduk'un planıydı) hayata
geçirmek için emin adımlarla ilerliyorlardı. Ama bu plan
asla gerçekleşmeyecekti.
Lemuria, Lyran/Sirian yönetim biçimini korumakta ve
Atlantis ile barışçıl ilişkiler sürdürmekte
zorlanıyordu. Birçok Lemurian, çoktan gezegenin başka
yerlerine göç etmişlerdi bile. Birçoğu, Lemuria'nın
yaklaşan sonuyla ilgili kehanetleri duyuyorlardı. Göç
ettikleri yerlerden bazıları bugün Güney Amerika,
Meksika, Amerika, Kuzeybatı ve Orta Avrupa olarak
bilinmektedir.
Dinozorların ölümünden sonra, Dünya Sirianları'nın
ruhlarının transferi işlemi tamamlanmıştı. Ruhların
bazılarının bölünmesi yüzünden, bu iş çok uzun zaman
almıştı. Bu Dünya Sirianları'nın çoğu transfer olmak
istemiyorlardı; bu yüzden kendilerini bölmüşler, böylece
hem insan hem de hayvan bedeninde aynı anda yaşamaya
başlamışlardı. Ama bu da bir şeydi; sonuçta tam olarak
adım atmadan önce, insan bedeninde yaşamanın nasıl bir
şey olduğunu görme fırsatı bulmuşlardı. İnsan bedeninin
daha iyi olduğu konusunda onları ikna etmek kolay
değildi.
Adem ile Havva (Adapa ve Lillith) Christos Aşısı, Amelius'un kendisi
aracılığıyla verilmişti. Eterik Sirianlar'ın başı
olarak, onun Adem ya da Adapa olması çok doğaldı. Adapa,
İnsan, Sürüngen, Feline ve Carian soylarından geliyordu.
Bu iş, Enki'nin verdiği spermle Nin'in verdiği
yumurtanın döllenmesi sayesinde başarıldı. Bu döllenmiş
yumurta, Ninhursag'ın rahmine yerleştirildi. Çok
geçmeden, Nin Adapa'yı, yani Amelius'u doğurdu. Mükemmel
bir insan bebeğiydi ve onun sayesinde iki ırkın
entegrasyonu mükemmel bir şekilde başarılabilirdi. Bu da
insanoğlunun hem İnsan hem de Sürüngen DNAsı taşıdığı
anlamına gelir. Kendimizi kabullenmeyi ve sevmeyi
nihayet öğrendiğimizde, kendimizi her yönümüzle severiz;
hem Sürüngen hem de İnsan olarak. İki ırkın ve
dolayısıyla Işık ile Karanlık özelliklerin birleşmesinde
Şefkat enerjisini güçlendirmek için, Christos Aşısı'na
Feline ve Carian DNA’ları da eklendi. Enki ve Nin,
Adapa'yı çocukları olarak sevgiyle büyütüyorlardı. Enki
ona bildiği her şeyi öğretiyordu ve doğrusunu söylemek
gerekirse, Enki son derece iyi eğitimlidir. Adapa
büyüdüğünde, sperm ondan alındı ve diğer
yarısını döllemek için kullanıldı. Ona Lillith (ya da
Lilith) adını verdik. Siz ise Havva dediniz. Annesi yine
Ninhursag idi. İkisi de bilinçli varlıklardı ve
çocukları da öyleydi. Lillith, Adapa ile birlikte Cennet
Bahçesi'nde oynayarak büyüdü; yani E. Din Arazisi'nde.
Bu aşıyla ilgili en önemli şey, şimdi nihayet insan
bedenlerinde yaşayan Dünya Sirianları'nın ruhsal
gelişimini güçlendirecek olmasıydı. Adem'den gelenleri
kızıl, sarı ve kahverengi ırklar olarak devam ettirdik
ve gezegende Ruhsal Hiyerarşi'nin gösterdiği noktalara
yerleştirdik. Adapa ve Lillith, E.Din'de ya da sizin
verdiğiniz isimle Cennet Bahçesi'nde anne ve babasıyla
kaldı. Dünya
düzleminde enkarne olan diğer herkes gibi Amelius/Adapa
da, enkarne olduğunda kimliğini unutmayı kabul etti. Ama
bir süre sonra sizin gibi o da hatırlamaya başladı.
Pleaidian yasalarına göre, Lillith ve o evliydiler.
Lillith, Adapa'ya tohum yoluyla da bağlıydı. Yani
Lillith onun hem kızı hem de karısıydı. İncil'de
Cennet'in Efendisi olarak geçen kişilik, Enlil'den
başkası değildir. Cennet Bahçesi'ndeki yılan ise Enki
idi. Yılan, Enki'nin sembolüdür.
Adem ile Havva ve Elma Efsanesi Lillith (Havva), yemesi için Adapa'ya (Adem) bir elma
vermedi. Bu, kilise rahiplerinin insanın düşüşünü günah
olarak kadının üzerine yıkmak için İncil'e yazdıkları
bir şeydi. Bu
olduğu zaman, kilise o zamanlar tüm dünyada yaygın olan
kadın odaklı aile yapısını yıkmaya çalışıyordu.
Tanrıça'nın bastırılması ve susturulması gerekiyordu.
İsa'nın sözde çarmıha gerilişi gibi, elma olayı da hiç
olmadı; kilise rahipleri tarafından, insanoğlunu günah
fikrine alıştırmak için kullanıldı sadece. Ancak bu
olduğu taktirde kilise rahipleri insanoğlunun
günahlarını bağışlayabilecek kişiler olacaklardı;
İsa'nın Kanı sayesinde.
Burada bir noktayı açıklamama izin verin: Günah diye bir
şey yoktur! İsa, insanoğlunu kontrol etmek için kilise
tarafından kullanılmıştır ve hâlâ da kullanılmaktadır.
İsa, sadece topladığı bilgileri halkıyla paylaşmak için
ülkesine dönmüş olan gezgin ve iyi eğitimli bir Yahudi
rahibiydi sadece. En önemli öğretisi de şefkatle
ilgiliydi. Şimdi size vermeye çalıştığımız şeyi, İsa o
zaman insanoğluna vermeye çalışıyordu; yani 13. Boyut
Şefkat Formülü'nü.
Kiliseler insanlar günahları için bağışlanmadıkları
taktirde, Cehennem'e gideceklerini söyledi. Yahudi sözel
aktarımı da elma efsanesini kuşaktan kuşağa aktardı ama
bundan herhangi bir meyve olarak söz etti. Bütün bunlar,
M.Ö. 2000 yıllarında, Marduk tarafından aktarılmaya
başlandı.
İyilik ve Kötülük Ağacı (antik bilgi), Enki'nin antik
bilgileri Adapa'ya, Lillith'e ve onların soyundan
gelenlere aktarmak için kurduğu yeni okulun bir
sembolüydü. Yılan Kardeşliği olarak biliniyordu. Meyve
de o okulda öğretilen bilgilerin sembolüydü.
Tekrar İncil'e dönersek; iddia edilenin aksine, Enlil
aslında Adapa ve Lillith'e kızgın değildi. Bunun yerine,
Adapa ve Lillith'in çocuklarını eğittiği için Enki'ye
kızgındı. Gelecekteki kuşakların kendilerini yok
edeceğinden korkuyordu. Enlil, yeterli ruhsal
olgunluktan mahrum olan varlıkların elinde böylesine
bilgilerin son derece tehlikeli olacağına inanıyordu.
Üstelik Marduk ve Sürüngenler gibi bunun kesinleşmesini
sağlayacak bir sürü kaynak vardı. Marduk, Dünya ve
Sürüngenler ile ilgili planlarını gerçekleştirmek için
bu bilgileri kullanacaktı. Bugün
dünyanıza bakarsanız, onun neler hissettiğini
anlarsınız. Bunun, bir çocuğun eline bir dinamit lokumu
ve bir kibrit vermekten farkı yoktur. Enlil'in
insanlıktan nefret ettiği ve tiksindiği yazılmıştır.
Oysa durum bu değildi. Üstelik Enlil, Adem ve Havva'yı
Cennet Bahçesi'nden de kovmadı. Dünya
Sirianları ve bu yeni ırkla ilgili İlahi Plan'in devamı
ona emanet edilmişti. Sürüngenlerin elinde yok olmaktan
onları kurtarmak istiyordu; ancak o zaman hayatta
kalarak gelişimlerini tamamlayabilir ve Dünya'nın
koruyucuları olarak görevlerini yapabilirlerdi. Bu da
onu ve Nibiruan Pleaidianları'nı ebeveynlik rolünden
kurtaracaktı.
Yılan Kardeşliği Enki,
Adapa ve onun soyundan gelenlerin ruhsal eğitimlerini
başlatmak için Yılan Kardeşliği'ni kurdu. Bu okul, Gizem
Okullarının ve sonrasındaki Mason Localarının
başlangıcıydı. Daha önce de belirttiğim gibi, Enlil,
Adapa'nın soyundan gelenlerin ruhsal eğitimi konusunu
tam olarak onaylamıyordu; bunun üzerine, Enki ile
sürtüşmeye başladılar.
Ruhsal eğitimin yanında, Enki onlara evrensel kanunları,
kutsal geometriyi ve enerjiyi kullanma tekniklerini
öğretiyordu. Enlil ise İlahi Plan'in teknolojik
gelişimin daima bir adım önünde kalacak yavaş bir ruhsal
gelişimin gerektiğini biliyordu. Bu, insanları kendi
teknolojileriyle kendilerini öldürmekten koruyacaktı.
Sonunda iki kardeş bir anlaşmaya vardılar; Galaktik
Federasyon ve Ruhsal Hiyerarşi'nin de onayıyla, Adapa ve
çocuklarının E. Din'den çıkarılmasına ve dışarıda kendi
başlarına yaşamalarına karar verildi. O zamana kadar
bizim tarafımızdan gözetilmişlerdi. E.Din'den
çıkarılmaları, hayatta kalmayı en önemli amaçları haline
getirecek, böylece teknolojik gelişimleri yavaşlayacak
ve ruhsal gelişimlerini bir adım geriden takip edecekti. Yılan
Kardeşliği devam edecekti ama her jenerasyonda sadece
birkaç kişi eğitilecekti. Bu, gezegeninizdeki rahipliğin
başlangıcıydı. Ama ne yazık ki rahipler güç açlığıyla
kıvranmaya başlayınca, Kardeşlik de yozlaştı.
Sonunda, plan işe yaramadı. Enlil haklıydı. Tarih M.Ö.
11,000'e ulaştığında, ırk her şeye yeni baştan
başlamasını gerektirecek bir noktaya ulaşacak denli
dejenere olmuştu. Marduk ve Sürüngenler'in etkisinde
kalan Atlantisliler, bu kararın temel nedeniydi.
Dünya'ya hükmetme arzuları, bütün gezegende savaşlara
yol açmıştı. İncil'de geçen Tufan hikayesi, sizlere
anlatıldığı gibi astronotların insan kızlarıyla
(Luluslar) evlenmesi yüzünden olmadı. Bunun yerine,
Marduk'un Atlantis'te yaptıkları yüzünden oldu.
Açıklayayım:
Atlantis
Tarih
yaklaşık olarak M.Ö. 25,000 civarıydı. Marduk'un etkisi
altında olan Atlantisliler, dev bir kristalin gücünü
kullanıyorlardı. Bu başlangıçta hava araçlarının,
gemilerin ve denizaltıların yakıtı olarak
kullanılıyordu. Atlantisliler, bu dev teknolojik
gelişimden çok memnundular. Marduk onlara Nibiruan ve
Sürüngen teknolojisini sunarken, bir yandan güvenlerini
kazanıyor, bir yandan da planını sürdürüyordu. İşe,
daha sonra toplumda baskın kesim haline gelen bilim
çevresiyle başladı. Sonra yönetici kesime sızdı ve çok
geçmeden de tahtın arkasındaki güç haline geldi. Bu
durum, Atlantis toplumu içinde müthiş bir bölünme
yarattı ve ruhsal eğilimli rahiplik çevresindeki
insanlar ile güç ve teknoloji düşkünü insanları karşı
karşıya getirdi. Yönetici sınıftan en alt tabakadaki
halka kadar ciddi sürtüşmeler vardı. Birçok Atlantisli,
Marduk'u destekliyor, birçoğu da desteklemiyordu.
Lemurianlar delegeler gönderdi ve Marduk'un rehberliği
altında tüm dünyayı ele geçirme planlarının olası
sonuçlarıyla ilgili Atlantisliler'i uyardı. Marduk,
babası Enki'nin Dünya ve Nibiru varisi olması
gerektiğini düşünüyordu; amcası Enlil'in değil. Ama Enki
bu yöneticilik tutkusundan çoktan vazgeçmişti bile.
Lâboratuarında çalışmayı, bir şeyler üretmeyi ve ruhsal
çalışmaları izlemeyi tercih ediyordu.
Diğer
yandan, Marduk, yönetmeyi tercih ediyordu ve bunu yapma
hakkının tanınmadığını düşünüyordu; annesi Yılan
İnsanlar"ın Prensesi ve büyükannesi de Ejderhalar
Kraliçesi olduğuna göre, kendisinin de buna hakkı
olmalıydı. Dramin'in ilk kocası, o benimle evlenmeden
önce ölmüştü. Marduk, babasını Dünya'nın hakimiyeti için
mücadele etmeye kandıramazsa, bunu kendisi yapmaya karar
vermişti. Atlantis, başlaması için mükemmel bir yerdi,
çünkü Mezopotamya ve Mısır'dan, dolayısıyla da babası
Enki'nin ve amcası Enlil'in gözlerinden uzaktaydı.
Dünya'yı ele geçirmek konusunda, Marduk'un çok güçlü bir
kozu vardı; Dev Kristal. Kristalin gücü sayesinde
Tiamat'tan arta kalan kuyruklu yıldızlardan büyükçe birisinin
kontrolünü ele geçirmişti ve başka ulusların boyun
eğmesini sağlamak için bu tehdidi kullanıyordu.
Marduk istediği anda ve istediği noktada kuyruklu
yıldızı dünyaya çarptırabilirdi! Büyüklüğü ve hızı
düşünülürse, düştüğü yerde koca bir uygarlığı yok
edeceği açıktı. Bunu Lemuria'ya yaptı ve bütün bir
kıtanın sulara gömülmesine neden oldu. Bunu Rama ve Yu
imparatorluklarıyla da yapmaya hazırdı ki Nibiru, Dünya
yörüngesine geri döndü. Nibiru, kuyruklu yıldızı
yörüngede sabit tutan taşıyıcı ışını bir an için
kesince, birkaç dakika içinde kuyruklu yıldız
Atlantis'in üzerine çarptırıldı ve kıta batmaya başladı. Bu
yaklaşık 11,000 yıl önce gerçekleşen Büyük Tufan ile
hemen hemen aynı dönemde oldu ve küresel bir yıkım
getirdi.
Gökkubbenin çökmesi ve Tufan Marduk aynı zamanda Gökkubbe'nin yıkılmasından da
sorumluydu. Gökkubbe, Dünya'nın yörüngesini saran,
yaklaşık üç mil kalınlığında bir nem tabakasıydı. O
zamanlar insanlar Güneş'i ya da Ay'ı göremiyordu. Tıpkı
Avyon gibi, Dünya da astropikal bir yapıdaydı; antik
metinlerinizde tarif edilen bahçe benzeri yeşilliklerin
nedeni buydu. Bu ancak sürekli bir nem sağlayan ve güneş
ışınlarını süzen bir Gökkubbe (canopy) varsa mümkün olabilir.
Gezegenin çeşitli noktalarında, yerin altında kristal
tapınakları vardı. Bunlar, Gökkubbe'yi yerinde tutuyordu.
Marduk, oğlu Seth'e Mısır'daki Büyük Piramit'ten kristal
tapınaklarına saldırmasını emretti. Gökkubbe yavaşça
çökerken, bu da kırk gün süren şiddetli yağmurlara neden
oldu. Seth bu işi başarmak için, Büyük Piramit'in
içindeki bir lazer silahını kullandı. Büyük Piramit'i bu
amaçla kullanması, İkinci Piramit Savaşı'nın başlamasına
ve Büyük Piramit'in içindeki her şeyin Ninurta
tarafından boşaltılmasına neden oldu.
Nuh Tufan'ına sebep olan su nereden geldi? M.Ö.
11.000 yıl önce, dünyanın etrafında yoğun nemden oluşan
bir kuşak vardı demiştim. Bu kuşak sayesinde dünyada
fırtınalar, mevsimsel anormaliler ve sel gibi afetler
görülmüyordu. Dünyanın çevresini saran yaklaşık 3 mil
kalınlığındaki bu kuşak (ya da gökkubbe) sayesinde
dünya'nın her yerinde ılıman bir iklim mevcuttu.
Dünya'da cennete benzer bir yaşam sürülüyordu. Eski
kitaplarınızda sözü edilen yemyeşil ağaç ve sık
bitkilerle kaplı dünyamızdaki koşulları ancak böyle bir
gökkubbe sağlayabilirdi. O zamanlar dünya'daki insanlar
bu kuşak yüzünden Güneş'i ya da Ay'ı göremiyordu.
Astropikal yapıdaki dünya'daki yaşam koşulları o zaman
çok rahattı. Bu kuşağı Galaktik Federasyon'un gezegen ve
yaşam yaratan mühendisleri inşa etmişti ve onu yerinde
tutan enerji üreten yapılar dünyanın değişik yerlerinde
gizlenmişti. Daha sonra bu yapıların birkaçının insanlar
tarafından yokedilmesi ile buz kristallerinden ve nemden
olan kuşak dünyaya yağmur halinde düşerek büyük tufanı
oluşturacak miktarda suyu meydana getirdi. Bu enerji
kristallerinin yokedilmesi fikri Nibiru'nun komutanı
Marduk tarafından başlatılmıştı. Marduk, Mısır'daki oğlu
Seth'e Büyük Piramit'in kristal tapınaklarına
saldırmasını emretti. ME adı verilen bu
kristallerin bazılarının yokedilmesi sonucu kuşak 40 gün
süren muazzam yağmurlarla çöktü.
Bugün
Nuh Tufanı'nı meydana getirecek kadar bol miktarda suyun
nereden geldiği ile ilgili pekçok görüş ortaya
atmaktasınız. Enerji üreten yapılardan bazıları hala
dünyanın çeşitli yerlerinde sağlam olarak bulunmaktadır
iddiasını kanıtlamak amacıyla bunların yerleriyle ilgili
bilimadamlarınız pekçok araştırma yapmış fakat başarısız
olmuşlardır. Bu kadar bol miktarda suyun bir anda ortaya
çıkışı ile ilgili teorilerden birisi olan buz
kristalleri kuşağı ya da nem kuşağı teorisi bu
teorilerden birisidir ve size şunu söylemeliyim ki
gerçektir. Küresel ısınma ile ilgili projelerinizden
birisinde, kutuplardaki buzların tamamının eriyerek
okyanus su seviyesini ne kadar yükselteceği ile ilgili
çalışmalar yapılmıştı. Çalışmaların sonucunda yeryüzünün
tamamını etkileyecek büyüklükteki bir tufanın meydana
getireceği suyun, yağan yağmurlarla açıklanamayacağı
sonucuna varıldıktan sonra bu suyun nereden geldiği ile
ilgili varsayımlar ileri sürülmüştü. Bunların içlerinde
o zaman en akla yatkın olanı, yoğun nemden oluşan bu
kuşağın yokedilerek yağan yağmurlarla global ölçekte bir
sel felaketine yol açması fikri kabul görmüştü. Bu konu
ile ilgili çok fazla bilgiye, İnternet'te "canopy" ve
"flood" anahtar kelimeleri aratılarak
ulaşılabilmektedir.
Ruhsal Hiyerarşi, Galaktik Federasyon ve Felineler ile
bir toplantı yaptık; Nibiru'nun geçişinden dolayı
oluşacak olan yörüngesel değişimle ilgili insanları
uyarmama kararı verildi. Marduk bütün gezegende savaş
kovalarken, zaten insanoğlunun kendini yok etmesinin an
meselesi olduğunu biliyorduk. Marduk, Pleaides, Dünya ve
tüm Galaksi'nin hakimiyetini eline almak istiyordu.
Dünya'yı ele geçirdikten sonra, Galaksi'yi ele geçirmek
için geriye sadece iki adımı kalacaktı. Bütün
yapması gereken, her şeyi çalıştıran bilgi
yerleştirilmiş kristallerin kullanımını ele geçirmekti.
ME adı verilen bu kristaller, sahibine ilgili
olduğu şey üzerinde tam bir kontrol sunar. Dediğim gibi,
Marduk tüm galaksinin hakimi olmak istiyordu. İnsanoğlu
umurunda bile değildi. Onlar bu savaş makinesi için
sadece yemdi. Planı
onları yok etmek ve Sürüngenlerin tekrar Dünya'da var
olmasına izin vermekti. Sonra, Galaksi'nin geri
kalanındaki tüm insanoğlunu da yok edecekti.
Sürüngenler, yaratılış mitine uygun olarak kendilerine
ait olduğuna inandıkları şeye sonunda kavuşacaklardı.
Marduk bu hedefe ulaşmaya kararlıydı. Zaman
geldiğinde, gezegenden ayrıldık ve tufanı beklemek için
yörüngedeki uzay istasyonuna geri döndük. Bu herkes için
üzücü bir zamandı, çünkü çocuklarımız olan insanoğlunun
ve 400,000 yıllık çalışmamızın yok oluşunu izliyorduk.
Sürüngenleri, seçtikleri temsilcilerini (torunum
Marduk), gezegeni ve galaksiyi ele geçirme arzularını
küçümsemiştik. Bu kutup entegrasyonu çabamız da sonuçsuz
kalmıştı. Ama
bilmediğimiz şey, Enki'nin oğlu Nuh'a (Enki'nin çok
çocuğu vardı) yaklaşan tufanı haber verdiği, Nuh ve
ailesini alacak bir denizaltı yapmasını söylediğiydi.
Enki, yaklaşan felakette onları denizaltıyla kurtarması
için astronotlarımızdan birini göndermişti.
Yaklaşan felaketle ilgili oğluna bilgi vermemesi
konusunda Konsey'in koyduğu yasağı Enki'nin çiğnemesi
nedeniyle memnun olduğumu söylemeliyim. Nuh ve ailesi
hayatta kalmasaydı, her şeye yeniden başlamak çok daha
zor olurdu. Enki insanoğlunu gerçekten seviyor ve çağlar
boyunca sizler için birçok fedakarlıklar yaptı.
Gelişiminizdeki dönüm noktalarında size yolu göstermek
için birçok kez geri döndü. Bu açıdan buna Nin'i de dahil
etmeliyim.
Dünya Tarihi - Bölüm 3
M.Ö.11,000-M.Ö. 3200
Tufandan sonra, yeniden yapılandırmaya başlamak için
Dünya'ya geri döndük. Enki ve Enlil, Nuh ve ailesine
tohumlar, tarım araçları ve hayvancılık bilgilerini
getirdi. Nuh, sular çekilirken denizaltının karaya
oturduğu Ağrı Dağı'nın eteklerinde tarımcılığa başladı.
Ninurta ve Nannar, Enki'nin kendilerine öğrettiği
şekilde barajlar ve sulama kanalları yaptılar. M.Ö.
10,500 yıllarına gelindiğinde, diğer birçok yerle
birlikte Mezopotamya da bir kez daha insanlarla dolmaya
başladı. İnsanlık yine çoğalıyor ve yayılıyordu. Uzay
limanı yeniden inşa edildi ama bu kez yeni bir yerde,
Moria Dağı'ndaydı. Sizin de bildiğiniz gibi, Moria Dağı
daha sonra Jerusalem (Kudüs) adıyla anılmaya başlandı.
Tufandan önce var olan diğer şehirler, Nippur ve Eridu
da yeniden inşa edildi. Piramitler ve Sfenks tufanda ayakta
kalmışlardı ama kum ve çamur yığının altından kazılarak
çıkarılmaları gerekiyordu. M.Ö.
9000'de, her şey yine eski haline dönmüştü. Enki, Mısır
hakimliğini varisleri Osiris ve Seth'e devretti.
Atlantis yıkımından sonra Marduk'un Mısır'a girmesi
yasaklandı. Enki oğluna daha fazla güvenemeyeceğini
biliyordu. Enlil'in bir oğlu olan Adad, altın bulmak
üzere Güney Amerika'ya gönderildi ve bunu başardı.
Nannar ve Ninurta'nın yardımıyla, Enlil Dünya'nın geri
kalanını yönetme işine koyuldu. Çok geçmeden, o da bir
varis seçmek zorunda kaldı. Burası Dünya olduğu için,
Pleiadian kanunlarına göre hareket etmek zorunda değildi
ve yeni kanunlar yapılabilirdi. Genç kuşak
Nibiruanlar'ın eski kuşaklarla güç ve hakimiyet
çekişmesine girdiği dönem, işte buydu. Genç kuşak
arasında Ninurta, Nannar, Utu, Adad, Inanna, Seth,
Osiris ve elbette Marduk da vardı ama Marduk zaten bir
süredir bu oyunun içindeydi. Bunlar benim torunlarımın
torunlarıydı.
Ufukta çatışmaların belirmesi yine uzun sürmedi. Bu kez
mücadele Seth ve Osiris arasındaydı. Seth, Mısır'ın
tamamını yönetmek istiyordu ve bu yüzden, kardeşi
Osiris'i katletti. Osiris'in oğlu Horus, babasının
ölümünü almaya yemin etti ve böylelikle Birinci Piramit
Savaşı başladı.
İkinci Piramit Savaşı Bundan yaklaşık 300 yıl sonra, İkinci Piramit Savaşı
patlak verdi. Bu kez Enlil'in soyundan gelen Enlilitler,
Enki'nin soyundan gelen Enkiitler'e karşıydı. Asıl
kavga, Enki'nin soyundan gelenlerin uzay tesislerini,
yani Büyük Piramit'i kontrol altına almak istemeleriydi.
Marduk'un Atlantis fiyaskosundan sonra, Enlilitler uzay
tesislerini Enki'nin soyundan gelenlerin kontrolüne
bırakmak konusunda huzursuzdular. Marduk'un başka bir
entrika çevirmesinden ve tüm galaksiyi ele geçirmesinden
korkuyorlardı. Ninhurshag'ın müdahalesi ve ara
buluculuğu sayesinde, bu savaş da sona erdi.
Ninhurshag, uzay tesislerinin hakimi kılınarak
ödüllendirildi ve sizin antik tarihinizde de Dağın
Leydisi olarak tanındı. Ninurta, piramidin içindeki
teçhizatı boşalttı ve Enki'nin Ereshkigal'dan doğma oğlu
ve Enlil'in torunu Thoth, Marduk'un soyunun yerini
alarak Mısır hakimi oldu. Bu olay, M.Ö. 8600 tarihinde
gerçekleşti. O zamandan itibaren M.Ö. 3400'e kadar
gezegende barış hüküm sürdü.
M.Ö.
3700 yıllarında, krallık Cennet'ten, yani Nibiru'dan
Dünya'ya indi. İnsanlık, nihayet kendi kendini
yönetebilecek kadar olgunlaştığını kanıtlamıştı. Yarı
Nibiruan-Pleiadian ve yarı Dünyalı insanlardan oluşan
yeni Rahip-Kral soyu başladı. Ayrıca, bu dönemde zamanı
ölçmeye başladınız. Takvim, size Nippur'da Enlil
tarafından verildi. Sizin
verdiğiniz isimle Neolitik Dönem başladı ve Dünya'nın
ilk yarı Nibiruan hakimi Alulim ortaya çıktı. Siz ona
yan tanrı diyorsunuz. O zamana kadar bütün uygarlıklar,
başka gezegenlerden gelen varlıklar tarafından
yönetilmişti.
M.Ö.
3400 yıllarına gelindiğinde, Marduk bir kez daha barışı
bozdu. Yine entrikalarla uğraşıyordu. Bu kez
Babilliler'i kendi uzay gemilerini ve fırlatma
alanlarını yapmak konusunda ikna etti; siz bu tesisi
Babil Kulesi olarak biliyorsunuz. Babil hakimi olan
Marduk, inşaatı kendisi yönetti. Enlil neler döndüğünü
anladı ve onu durdurdu. Bunun üzerine Galaktik
Federasyon, Ruhsal Hiyerarşi ve diğer otoriteler,
insanlığın dilini karıştırmaya karar verdi. Bunun bir
kez daha teknolojik gelişimlerini yavaşlatacağına ve
Marduk'un Dünya'yı ele geçirme planlarını
geciktireceğine inanıyorduk. Amacına tek başına
ulaşamazdı. Pis işlerini yapabilmek için insanoğlunun
yardımına ihtiyacı vardı.
Dilleri karışınca, insanlar kendi aralarında iletişim
kuramayacaklardı ve bu da Marduk'u sinirlendiriyordu.
Aynı proje üzerinde birlikte çalışmalarını sağlayabilmek
için, onlara birbirlerinin dillerini öğretmek adına
yıllarını harcamak zorundaydı.
İnsanların psişik becerilerini bastırmak için DNA
yapısının değiştirilmesine de bu dönemde karar
verilmişti. Enki ve Nin, bu görevi yerine getirmek için
bir kez daha Sharrupak'taki lâboratuarlarına geri
döndüler. Ruhsal Hiyerarşi tarafından, on iki sarmallı
DNA yapılarının değiştirilmesinin ve sarmalların
birbirinden ayrılmasının, insanoğlunu daha da
yavaşlatacağına karar verildi. Sürüngenlerin
teknolojisinin yardımıyla insanoğlunun ne kadar hızlı
geliştiklerini daha önce de görmüşlerdi. Enki
ve Nin, DNA sarmallarını ayırdıktan sonra, yeniden
birleşmelerini engellemek için astral bedenlere
implantasyonlar yaptı. Daha sonra, fiziksel bedenin
endokrin sistemindeki on sarmalı birbirinden ayırdılar;
bu da kozalaksı bezlerin, hipofiz bezlerinin ve
hipotalamus bezlerinin ürettiği salgının oluşmasını
engelledi. Bir süre sonra da bu bezler kullanılmadığı
için fonksiyonunu kaybetti. Gelecek kuşaklarda sadece
birkaç insan bu bezleri kullanabilecekti. Bu amaçla özel
bir gen taşıyacaklardı. İnsanoğlunun ruhsal gelişiminde
yoldan çıkmaması için, aralarından birkaçının bizimle
iletişim kurabilmesi gerektiğine karar verildi. Bu
kişiler peygamberler, kahinler, mistikler, şamanlar ve
psişiklerdi. İnsanoğlu, istediği taktirde bu bezleri
yeniden harekete geçirebilme gücünü taşımaya devam etti
ama bu ancak kendini gerçekten adamayı gerektiriyordu.
Planları bir kez daha engellenince, Marduk tekrar
Mısır'a döndü ve Thoth'u tahttan indirme hazırlıklarına
girişti. Bunu da başardı. Thoth, Güney Amerika'ya gitti
ve orada yeni uygarlıklar başlattı. Tarih, M.Ö. 3113
idi. O insanlar, Thoth'u Quetzalcoatl, yani Beyaz Tüylü
Yılan olarak tanıyorlardı. Enki'nin oğlu olarak, bir
yılan sembolü taşıyordu. Enlil ve onun soyundan
gelenlerin sembolü ise haçtı. Bu haç, Nibiru ve Anu
soyunu temsil ediyordu. Marduk bir kez daha eylemlerinin
bedelini ödemek zorundaydı. Bu kez, Mısır'ın hakimiyeti
üzerinde verdiği savaşta dolaylı olarak Inanna'nın
kocası Dumuzi'nin ölümüne yol açtığı için, Büyük
Piramit'e hapsedildi. Inanna, adalet için haykırıyordu
ve eğer Nin olaya müdahale etmeseydi, Marduk orada
ölebilirdi. Serbest bırakıldıktan sonra, yine sürgün
edildi.
M.Ö.
2900 yıllarında, Inanria'ya İndus Vadisi'ndeki yeni bir
koloninin hakimiyeti teslim edildi. Burası, sizin
Hindistan dediğiniz ülkenin bulunduğu yerdi. Orada
Nibiruanlar ile ilgili tüm tarihi bilgiler, yazılmak
üzere, Inanna tarafından verilmişti. Bu dönemde o da
kendine geldi. Altı yüz yıl sonra, Sargon'a aşık oldu ve
birlikte bir imparatorluk inşa ettiler. Sizin tarihiniz
o imparatorluğa Akkad İmparatorluğu dedi. Yine bu
dönemde, Marduk ile son derece sert bir şekilde savaşıp
duruyorlardı. Aralarında geçen savaşların birçoğu, sizin
de tarih kitaplarınızda kayıtlıdır. Burada onlardan
ayrıntılı söz etmek istemiyorum.
Bu
dönemde, Marduk, Dünya'nın hakimi olmak konusunda en
yeni ve en son planlarıyla uğraşıyordu. Bu kez, terk
edilmiş gezegen Mars'ta, dev bir ordu oluşturmayı da
düşünüyordu. Bunu başardı ve yeni ordusuyla, Marduk beni
Nibiru tahtından indirdi ve hakim/kumandan haline geldi.
Ama Dünya'daki zaferinin yine bir bedeli vardı.
Nibiruan Konseyi, uzay üslerini ve diğer önemli yerleri
yok etmek için nükleer bomba kullanılmasına karar
verdi. Tarih M.Ö. 2024 idi. Marduk'un bu üsleri ele
geçirmesini ve arkasından Pleiades yıldız sisteminin
hakimliğinin peşine düşmesini engellemek için tek yol
olarak görülen bu eylem, başarıya ulaştı. Konsey,
Sümer'de saklanan bombanın Enlil'in oğlu Uru tarafından
patlatılmak üzere uzay limanına taşınması için İbrahim'i
seçti. Bomba, Sodom ve Gomorrah şehirleriyle birlikte
tüm uzay üslerinin yok olmasını sağladı. Bu, bir
zamanlar tropikal iklime sahip bir alanın çöle
dönüşmesine neden oldu; Sodom ve Gomorrah ise yeni
oluşan Ölü Deniz'in derinliklerine gömüldü.
Bombadan yayılan radyasyon, rüzgârlarla Sümer şehirlerine
yayıldı ve tüm canlıları yok etti. Bölgenin bir kez daha
insan yaşamına izin vermesi için aradan yıllar, çok uzun
yıllar geçmesi gerekecekti. Bir
rahip Nibiruan kraliyet soyundan gelen ibrahim'e bu
bölge miras olarak verildi. Daha sonra buraya Canaan
(Kenan)
dendi. Çok uzun süre sonra da, başka bir Nibiruan olan
Musa'nın sayesinde, bu soyun torunları bölgeyi diğer
kabilelerden geri alacaktı. Artık
Nibiru'nun ve gezegeninizin kontrolü Marduk'un
elindeydi. Birçok şeyi değiştirmek için harekete geçti.
Yine bu dönemde, kadınların statüsü düşürüldü ve
çocuklarla birlikte ikinci sınıf varlıklar olarak
görülmeye başlandı. Marduk, Tanrıça'nın etkisini ve bize
Evrenin Kurucuları tarafından verilmiş olan Pleiadian
komün yaşam tarzını yok etmek için kiliseleri başlattı.
Komünlerde lider olan kadınlar, cadılıkla suçlanarak
kazıklara bağlanıp canlı canlı yakıldı. Bu süreç,
Karanlık Çağ boyunca devam etti ve M.S. 18. yüzyılınızın
sonlarında bitti. Bu, Marduk'un insanoğlunu tam
anlamıyla kontrolü altına alabilmesi için kesinlikle
yapması gereken bir şeydi.
İkinci olarak, Marduk kendisini diğer tanrılar arasında
en büyük Tanrı olarak gösterdi. Daha sonra bu tek bir
Tanrı'ya dönüşecekti. Korkuyla yönetecekti ve bugüne
kadar da bunu sürdürdü.
Lütfen; bir şeyi unutmamanızı istiyorum: Satain'in 4.
Boyut görüntüsü olan Marduk, Avyon ve Aln kraliyet
soylarından gelmektedir ve bu yüzden de aileden biridir.
Marduk, insanoğluna ruhsal gelişim için gerekli olan
fırsatları sunabilmek için Karanlık Güçler'in lideri
rolünü oynamayı kabul etti. İnsanlık adına gösterdiği
çabalar olmasaydı, ortada hiçbir negatiftik olmayacağı
için, insanoğlunun gelişmesi de mümkün olmayacaktı.
Marduk artık evine dönmeye hazır. Siz de bilirsiniz ki
hain rolünü oynamak, kahraman rolünü oynamaktan çok daha
zordur.
Tarihinizle ilgili bu hikayeyi burada bitiriyorum. M.Ö.
2000'den gününüz tarihine gelene kadar çok şey yaşandı.
Marduk bir gün durdurulacak ve onu durduracak olan da
sizlersiniz; güçle değil, sevgiyle; kendi karanlık
yanınızla, dolayısıyla Marduk ve onun güçleriyle
birleşerek.
DNA'nızı yeniden kodlayarak, gücünüzü geri alın. Artık
zaman geldi. Siz, Eterik Sirianlar; sizler bu gezegenin
varislerisiniz. Kurucular tarafından çok uzun süre önce
tanınmış olan doğum hakkınızı tekrar ele alın. Nibiruan
Avyonianlar olan bizler, yani sizin ebeveynleriniz,
kardeşleriniz, Su Sirianları ve Christos Sirianları;
hepimiz sizlere yardım etmek için buradayız. Tek
yapmanız gereken, uzanmak ve istemek.
Dünya'nın sevgili çocukları, hepinize sevgiler.
Anu
Avyon Kraliyet Soyu Nibiru Eski Kumandanı ve Hakimi
EK:
Nibiruan Konseyi Üyeleri
9.
Boyut Avyon Kraliyet Soyu
Avyon
Kraliyet Soyu, Amelius tarafından, Avyon'un Lyran
gezegeninden gelmektedir ve İnsan ırkının gerçek doğum
yeridir. 12. boyuttaki Dokuzlar Konseyi'nden Sananda,
Amelius soyunun babasıdır. Dokuzlar Konseyi, evrenimizin
oluşumunu tamamladıklarında (Felineler ve Carianlar'ın
yardımıyla), başka bir grup Feline ve Carianlar'ın
buraya gelip evren için "Oyun"u izlemelerini istediler.
Seçilen oyun, Kutup Entegrasyonu'ydu. İşi tamamlamak
için doksan Feline ve Carian geldi. Bu doksan, 9.
boyuttaki Amelius Soyu (Felineler) ve Lucifer Soyu
(Carianlar) olarak doğdular. Bu doksan varlık, daha
sonra Galaktik Federasyon'un bir parçası olarak bilinen
9. Boyut Nibiruan Konseyi'ni oluşturdular. 9. boyutun
altındaki Konsey üyeleri, orijinal doksan kurucunun
görüntüleri olarak, aynı bireylerdi. Net ve kısa bir
şekilde açıklamak gerekirse, sadece bu kitapta adı geçen
üyeler aşağıda belirtilmektedir.
Devin:
Avyon
Ailesi'nin 9. boyuttaki reisi, Jelaila'nın kardeşi ve
kocası; 6. boyuttaki Anu'nun yüksek benliği.
Jelaila:
Avyon Ailesi'nin 9. boyuttaki annesi, Devin'in kız
kardeşi ve karısı; 6. boyuttaki Ninhursag'ın ve 3.
boyuttaki Joscelyn Kelley'in yüksek benliği. Şu anda
transfer olarak Joscelyn'in bedeninde bulunuyor.
Satain:
Devin ve Jelaila'nın 9. boyuttaki oğulları; 4. boyutta
Nibiru'nun şimdiki hakimi Marduk'un yüksek benliği.
Kavantai:
Devin ve Jelaila'nın 9. boyuttaki kardeşleri;
Shalandrai'nin kardeşi ve kocası; 4. boyutta şimdi
Nibiru'nun ikinci kumandanı ve Marduk'un oğlu Nabu'nun,
3. boyuttaki Barrie Konicov'un yüksek benliği.
Shalandrai:
Devin, Jelaila ve Jehaila'nın 9. boyuttaki kız
kardeşleri; Kavantai'nin kız kardeşi ve karısı; 6.
boyuttaki Enlil'in ve 3. boyuttaki Susanne Konicov'un
yüksek benliği.
6.
Boyut Avyon Kraliyet Soyu
Anu:
Nibiru'nun eski hakimi ve kumandanı; Galaktik
Federasyon'un 6. boyut Nibiruan Konseyi'nin lideri;
Ninhursag, Enki ve Enlil'in babası; Marduk'un
büyükbabası; Devin'in 6. boyuttaki benliği.
Ninhursag:
Anu'nun Feline/Carian karısı Rayshondra'dan doğma kızı;
Dünya Görevi'nin Şef Tıp Subayı; Jelaila'nın 6.
boyuttaki yüksek benliği ve Enki ile birlikte
insanoğlunun yaratıcılarından biri.
Enlil:
Anu'nun, üvey kardeşi Antu'dan doğma oğlu; Cennet
(Nibiru) ve Dünya'nın prensi; Enki ve Ninhursag'ın üvey
kardeşi; Marduk zorla almadan önce Dünya ve Nibiru
tahtlarının haklı sahibi.
Enki:
Anu'nun Dünya'nın Ejderha Kraliçesi Dramin'nden doğma
oğlu; Enlil ve Ninhursag'ın üvey kardeşi; 9. boyuttaki
Jehovah (Jehaia)'nın 6. boyuttaki benliği; Damkina
(Ninki)'nın kardeşi ve kocası; Ninhursag ile birlikte
insanoğlunun yaratıcılarından biri; Mısır hakimi Ptah
olarak bilinir.
Ninurta:
Enlil'in üvey kız kardeşi Ninhursag'dan doğma oğlu;
Anu'nun torunu.
Adad:
Enlil'in resmi karısı Ninlü'den doğma oğlu; Anu'nun
torunu.
Nannar:
Enlil'in resmi karısı Ninlil'den doğma oğlu; Anu'nun
torunu.
Inanna:
Nannar'ın resmi karısı Ningal'dan doğma kızı;
Ereshkigal'ın üvey kardeşi; Anu'nun torununun torunu.
Ningishzidda/Thoth:
Enki'nin Ereshkigal'dan doğma oğlu; Anu'nun torunu;
Quetzalcoatl olarak da bilinir.
Ereshkigal:
Nannar'ın Yılan Prenses'ten doğma kızı; Nergal'ın karısı
ve Inanna'nın üvey kardeşi.
Nergal:
Enki'nin oğlu; Altdünya'nın Efendisi (Afrika Madenleri)
ve Ereshkigal'ın kocası.
Dumuzi:
Nannar'ın oğlu; Inanna'nın kardeşi ve kocası.
4.
Boyut Avyon Kraliyet Soyu
Marduk:
Enki'nin Ejderha Prenses Damkina (Nin-ki)'dan doğma
oğlu; Satain'in 4. boyuttaki benliği; Kara Güçler'in
lideri; Nibiru ve Dünya'nın şimdiki hakimi ve kumandanı. Nabu:
Marduk'un oğlu; şu anda Nibiru'da; Anu'nun torununun
torunu; Kavantai'nin 4. boyuttaki benliği ve Devin'in
kardeşi.
Kaynak
12. Gezegenin Dönüşü - Jelaila Starr
Kozmik Kitaplar
Eylül 2004 ISBN 975-8973-02-9
http://www.yenisayfa.com/
|