CAFER TAYYAR TÜRKMEN'LE RÖPORTAJ

Bizim Makina Yürüyeni de çeker

Savaş yıllarında, çok zor koşullarda, gönül verdiği fotoğraf bilgisini geliştirmeye çalışan sanatçımız, ilerleyen yıllarda Güzel Sanatlar Akademisi öğrencilerine dersler verdi ve pek çok fotoğrafçı yetiştirdi. 2002 yılında Mimar Sinan Üniversitesi’nde bir sergi açtı.Bu sergi hepimizi 1950-1960’lı yıllara götürdü. Bize Türkiye’de fotoğrafın ilk gelişmeye başladığı yılları anlattı.

Fotoğraf ile ilk tanışmanız nasıl oldu?
İlk defa 6-7 yaşında iken dedemin fotoğrafını gördüm. O zamanlarda gazeteler, mecmualar, kitaplar, fotoğraflar falan yoktu. Nihayetinde bizim orası köydü. Ordu’nun Ulubey nahiyesiydi.Oranın karakol komutanı jandarma çavuşu fotoğraf meraklısıymış. Bir cam makinası almış, banyo malzemesi almış ve dedemin bir fotoğrafını çekmiş. Bana getirdi. Aynen dedeme benziyor. İlk defa o zaman fotoğrafa ilgi duydum. Fakat aradan zaman geçti, ilk okulu bitirip orta okula başladığımda bir yönetmelik çıktı. Herkesin nufus kağıdına fotoğraf yapıştırılacak. Bizim köydende 3 kişi bir ortaklık kurmuşlar. 9/14 çeken bir cam makina, banyo küvetleri almışlar. Gaz lambası üzerine maske geçirerek kırmızı ışık yapmışlar. Gece evde karanlıkta fotoğraf basıyorlar. Bastıkları fotoğraf ta şu: köylere gidiyorlar, beyaz bir duvar önünde 3 kişi ayakta duruyor, araya beyaz bir perde geriyorlar. Diğer 3 kişiyi de bunun önüne oturtuyorlar. Gölgeli bir yerde 6 kişinin hep beraber fotoğrafını çekiyorlar. 9/14 karta basıp, tek tek kesip sahiplerine veriyorlar. Onlardan birinin çocuğu benim okuldan arkadaşımdı. Bana bahsetti. “Merak eder misin?” Dedi. Ben bayıldım tabii. Gittim. Geceleyin banyoları küvete koydular. Çektikleri cama kırmızı ışıkta bakarak yıkadılar, negatifler çıktı. Kuruttular. Şase presleme, kağıtla camı üstüste getiren bir şey vardır, çerçeve, oraya koydular. Daha sonra gaz ışığına, yani normal lamba ışığına tutarak pozlandırdılar. Sonra yıkadılar. İlk defa fotoğrafı orada tanıdım ve çok hoşuma gitti Ben o zaman 1 yada 2. sınıftaydım ve hiç olanağım yoktu. Arkadaşlarda bazı makineleri görüyordum. 6/9 körüklü makinalar. Arkadaşlarım “bizim makina yürüyeni de çeker” diye övünüyorlardı. İşte benim fotoğraf merakım böylece başladı. Tabiki 1937 de Balıkesir Necatibey Öğretmen Okulu’na girinceye kadar hiç fotoğraf çekme olanağım olmadı. Oraya gidince bir arkadaşım 6/9 film çeken, yani 120 film çeken bir makina aldı o çekiyordu, arasıra bana veriyordu bende çekiyordum.

Gazi Eğitim Enstitüsü’nde resim eğitimi almışsınız. Bunun fotoğraf çalışmalarınıza etkisi oldu mu?
Gazi Eğitim Enstitüsü’nde biz resim-iş hocası olarak yetişecektik. Aşağı yuları 15-16 dersimiz vardı. Fotoğraf dersimiz 2. sınıfta vardı. Ben fotoğrafı çok seviyorum ya, Şinasi bey’e (Barutçu) o benim kötü makinada çektiğim fotoğrafları gösteriyorum, beğeniyor. Ondan sonra olanağım oldu, bir tane 6/9 çeken telemetreli bir makine aldım. Öncekinin telemetresi yoktu. Mesela bir portre çekeceğim, yakından bir arkadaşım metreyi alıyor. 1 metreyi ölçüyor, çekiyorum, çok güzel oluyor. Çok net çekiyorum. Telemetreli makinayı alınca bu dertlerden kurtuldum. Bir sene sonra Şinasi bey’in dersine gireceğim diye seviniyorum. fakat Şinasi bey fotoğraf dersi yapamıyor. Bizden önceki 2-3 yılda yapmamış zaten. Savaş yılları... ne banyo var, ne film var, ne bir şey var. Uygulama yapamıyoruz. “Hocam, uygulama yapmasak ta teori olsa” dedim. Şinasi bey bize güzel bir teori anlattı, örnekler gösterdi, çekim tekniklerini anlattı, makine kullanmasını gösterdi. Bu arada beni bu işe hevesli görünce ikinci sene fotoğraf mümessili seçti. Atölyeyi bana teslim etti. Atölyede film yıkama tankları, agradizör, küçükte olsa bir çekim studyosu vardı. Orası bana geçince malzeme getirip uygulama yapmaya başladım. Şinasi bey’de gelip bana öğretti. Ben uygulamayı kendi kendime orada yaptım.Yeni makinede aldım. O zamanlar halkevlerinin açmış olduğu fotoğraf yarışmaları vardı. Şinasi bey’in teşviki ile oraya 5 fotoğraf verdim. O zaman durum şöyleydi: bütün Türkiye halkevleri fotoğraf yarışması açıyor, değerlendiriyor, sonra hepsi birden Türkiye halkevleri yarışmasında tekrar değerlendiriliyordu. Benim fotoğrafım hem Ankara’da birinci oldu hem de tüm Türkiye’de birinci oldu. Bu başarı beni teşvik etti.

Okul bittikten sonra fotograf çalışmaları devam etmiş. Kendinize nasıl bir rota çizdiniz?
Ben artık şunu düşünüyordum; okulu bitirdikten sonra nereye gidersem gideyim elektriği olsun. Çünkü karanlıkoda işi elektrik olmayınca olmuyor. Bu arada İstanbul’a gelme olanağım oldu. Prof. Curt Kosswig zooloji enstitüsü direktörü idi. Bizi o istemişti. Kosswig Doğa Tarihi Müzesi kurmak istiyor, Doğa Tarihi Müzesi için eleman yetişmesi gerekiyor. Bizi bu iş için getirtti. Fakat bu arada Üniversite Milli Eğitim Bakanlığı’ndan ayrıldı. Doğa Tarihi Müzesi’ni Üniversite finanse edemedi. Biz hem orta okulda hocalık yapıyoruz hem de Kosswig için çalışıyorduk. Ben fotoğraf hastasıyım ya ona da bahsettim. Bana dolaplarda saklanmış küçük ölü balıklar getirdi. Çektim, çok beğendiler. Ondan sonra büyük şeylerin makro fotoğraflarını çekecek takımlar ve LEİCA makina aldılar. Bunları çekecek bir atölye istedim. Agrandizör aldılar. Güzel bir atölye kurduk. Ben kendi işlerimi de orada yapmaya başladım. Sonra “mikro fotoğraf yapabilir misin?” dediler. Prospektüs getirttiler, onu da öğrendim, yaptım. Ben oraya mikro fotografi uzmanı oldum. Aynı zamanda da öğretmen oldum. Haftada 4 saat kadar okullarda öğretmenlik yapıyordum. Milli Eğitim Bakanlığı öyle istedi. Sonra müze işi kalınca, Kosswig bu işi uzattı. Bu arada da amatör fotoğrafla da ilgilenmeye başladım.

İFSAK’ın temellerini atan fotoğrafçılar ile beraber çalışmışsınız. O yılları anlatabilir misiniz?
İstanbul Sirkeci’de Foto Yazgan diye Süleyman Yazgan’ın fotoğrafçı dükkanı vardı. O amatör fotoğrafa da meraklıydı. Amatörler orada toplanıyormuş, bende gittim. Bir gurup oluşturduk. Beraber gezilere çıkıyoruz, fotoğraf çekiyoruz, eleştiriyoruz. İFSAK’ı kurduk. Yazgan’ın bürosunda her hafta toplanıp fotoğraf konuşuyoruz. Bir iki kişi eğitim de almıştı.

Açtığınız sergiler ile ilgili bilgi alabilir miyiz? En son açılan sergiden başka sergi açtınız mı?
Kişisel sergim yoktu. Yazgan’ın bürosundaki arkadaşlarla yaklaşık 2 senedir toplanıyoruz. Sergi açalım ama piyasada kartpostaldan başka kağıt yok. Yazgan ben size kağıt getiririm dedi. Bize 1 paket 10 luk 30/40 kağıt getirdi. Ondan sonra sergi açmaya karar verdik. Biz bu kağıdı parça parça kullanarak, kimiz 10 kağıttan 8 fotoğraf, kimiz 6 fotoğraf yaparak sergi hazırladık. Sergi açacak yer yok. Arkadaşlar belediye galerisine gitti. Efendim onların listesinde fotoğraf yokmuş. Onlar sadece sanat eserlerini sergiliyorlarmış. Halkevleri yok, kapanmış. Arkadaşlar nihayet Fransız Konsolosluğu ile anlaştılar. Taksim de bize salon verdi, ilk karma sergimizi 10-12 kişi açtık.

Bazı fotoğrafçılar resim ile fotoğrafı birleştiren çalışmalar yapıyorlar. Mesela Şahin Kaygun. Onun fotoğraflarını nasıl buluyorsunuz? Siz hiç denediniz mi?
Hiç denemedim. Fotoğraf ile herşey yapılabilir. Ressam faydalanır, ilim adamı faydalanır, hakimi faydalanır, belge olur. Şahin Kaygun da onu resimle birleştirmiş. Yaptığı resimleri gördüm. Benim samimi olarak hoşuma gitmedi. Ama bütün resimlerini görmedim. Böyle çalışmalar yapılabilinir, neden olmasın. Fotoğraf kurşun kalem gibi bir şey. Mesela bazı tartışmalar vardır. Bazı fotoğrafçılar tasarım fotoğrafını kabul etmez.

Tasarım derken neyi kastediyorsunuz?
Bizim Ahmet Öner Gezgin’in yaptığı tarzda işleri kastediyorum. O düşünceyi anlatıyor. Bunun için fotoğrafı araç olarak kullanıyor. Ama insanmış hayvanmış farketmiyor. Kompozisyonlarını yapıyor. Tamamı ona ait. Onun yaptığı bizim yaptığımızdan daha sanatsal. İşte bu tarz, fotoğrafın yanlızca sanat tarafı. Ama ben diyorum ki; ben kendim için öyle bir fotoğraf çekeyim ki hem kendim tatmin olayım hem de gören güzel desin. Sanat eseriydi değildi çok önemli değil. Kendisi sanatçı ama bilmeyen çok insan var. Osman Hamdi bey’in bir sergisi vardı. Osman Hamdi bey önce fotoğrafı çeken sonra tuvale geçiren bir ressam. Hatta bir fotoğrafı vardı doğrudan doğruya boyamıştı. Ama fotoğrafını kendisi çekmiş. Hatta kendisi çekmese bile başkasının çektiği bir fotoğrafı bir yerden kullansa da olur. Fotoğrafı herşekilde kullanabilirsiniz.

Kurulduktan sonra iFSAK ile ilginiz oldu mu?
Üyesi olmadım ama toplantılarına gittim. Sergilerine katıldım. Bu arkadaşlarla 5 sene, İFSAK’lılarla 3 sene sergilere katıldım.kişisel sergi açmak için hem zamanım hem de param yoktu. Fotoğraf bu günki kadar da ilgi çekmiyordu. Sanatçı çok zahmet çekiyor, hala sonucunu alıyor diyemem. Diğer ülkelerde fotoğrafçı sokakta konferans veriyor, para alıyor. Bizde fotoğrafı kimse satın almıyor.

Uzun yıllar Akademi’de eğitim vermişsiniz
Ben Güzel Sanatlar Akademisi’nde aşağı yukarı bütün bölümlerde fotoğraf dersi verdim en ağırlılı olanı grafikte idi. Öğrenci sayısı 10-12 idi. Bir atölye kurdum. 6 sı karanlıkodada, 6sı studyoda çalışacak şekilde ayarladım. Bende çok ileriye gidiyordum.

O yılların sanat ortamında fotoğrafın durumu nasıldı?
Pek ilgi yoktu. Sergimize gazeteciler geliyor şöyle bir dolaşıyor, gidiyorlardı. Akademide ilk fotoğraf atölyesini Zeki Faik İzer açmış, ama ders yapmamış. İlk dersleri ben yaptım. Hocalardan da diğer bölümlerden de ilgi duyan oldu. Benim atölyeye gelip çalıştılar. Ben akademide derslere başladıktan sonra fotoğraf tanınmaya ve kullanılmaya başladı. Hem akademi de hem de Türkiye’de daha çok gelişti. Bizim gençliğimizde film yok. Şinasi bey bana film getirecek, fotoğraf çekeceğim.Rontgen filmini kesip makinanın arkasına koyup fotoğraf çektik. Bayat filmlerle çekip bastık. Askeriye uçak fotoğrafı çekmek için 9/12 büyük roll film getirtmiş. O fazla gelmiş, sattılar. Onu kesip kağıtların arkasına yapıştırarak fotoğraf çektik. Basmak için de kağıt yoktu. İlk çektiğim renkli fotoğrafları Almanya’ya göndermek zorundaydım.1 ayda gidip geliyordu. Gümrükten izin alacaksınız ve gümrükten çekeceksiniz. Bazı filmler hiç gelmiyordu.

En son açılan serginiz üzerine neler diyeceksiniz? Tüm çalışmalarınızdan örnekler var mıydı?
Bu sergiyi yaparken seçimi ben yapmadım. Ahmet Öner Gezgin ve Kamil Fırat beni teşvik etti. Onlara verdim, onlar seçti. Bu arada bende hatırası olan fotoğraflar seçilince hoşuma gitti. Benim öğrencilerim, evvela Kamil Fırat “ hocam ben senin fotoğraflarını basarım bir sergi aç” dedi. Ahmet organize etti, Kamil bastı. Bu sayede ilk kişisel sergim açıldı.

Konu açısından seçiminiz için öncelikle estetik sonra ise belgesel fotoğraf dediniz
Naturmond da yaptım. Onları sergiye koymadık. Benim grafik çalışmalarım da var. Solarizeler yaptım. Biraz deneysele yaklaşan çalışmalarım var. Denemediğim şey kalmadı. Piyasa fotoğrafçılığı bile yaptım. Çoğu üniversitelerin hatta Ankara ve İzmir üniversitelerinin ilmi fotoğraflarını ben çekiyordum. Bitkiler, hayvanlar...

Fotoğraflarınızın geleceği ile ilgili planlarınız var mı?
Şinasi Barutçu çok fotoğraf çekti, benden evvelde çok çekti. Ama bir arşiv oluşturamadı. Filmleri hala duruyor. Ben 2-3 senedir tüm filmlerimi kodladım. Herbirinin bir numunesini bastım. Benden sonra çocuklarımın yada herhangi birinin eline geçerse, benin negatiflerimden yararlanabilir. Fotoğraflarımı 100 sene sonrası içinde çektim.

Öğrencilerinize tavsiye ettiğiniz, önemli bulduğunuz noktalar nelerdi?
Önce ellerindeki makine iyi yada kötü olsun mutlaka fotoğraf çeker. Yeterki olanaklarını iyi bilsinler. Gazi Eğitim’de İrfan isminde fotoğrafa çok meraklı bir öğrencim vardı. Bir gözlük camı aldı, bir kutuya yerleştirdi. Odak noktasını buldu. Bana geliyordu, ben bir film koyuyordum elini kapatıp gidiyordu. Filmin toleransı da çoktu. Vizörden bakıp elini çekip pozlandırırdı. Duran şeylerin gayet güzel fotoğrafını çekiyordu. İnsan isterse iğne deliğinden bile fotoğraf çekebilir. Benim makinemin olanağı yok demeyin, olanakları kadar kullanın. Ama makinenizin olanaklarını iyi bilin. İlk tavsiyem bu!


Kaynak
İFSAK Fotoğraf Dergisi Sayı: 140, Röportajı yapan: Hacer Yılmaz